Ankara Queer Sanat Programı

“Bireysel bedenlerin çağdaş ızdırapları geç kapitalizme yönelmiş bedenselleşmiş kolektif tepki olarak görülebilir mi?”: Ania Nowak

14/04/2021

“Bireysel bedenlerin çağdaş ızdırapları geç kapitalizme yönelmiş bedenselleşmiş kolektif tepki olarak görülebilir mi?”: Ania Nowak

Gizem Aksu

 

 

COVID-19 pandemi koşullarının, Berlin soğuklarının ve kişisel psikosomatik durumlarımızın verdiği izinle sevgili Ania Nowak'la yüz yüze, kalp kalbe buluşup Hasemheide Parkı'nı birlikte adımlayabildik. Birlikte yürüyebilmenin zevkiyle adımlar, kelimelere; kelimeler dakikalara; dakikalar ağaçlara karıştı. Ağaç kovuklarına tuhaf sağlık (weird health) , aksak zaman (crip time), yakınlık (intimacy) kavramlarını serperken kelimenin, metnin, sessiziğin söylemsel gücüne koreografik metodolojilerle nasıl yaklaşılabileceği; normatif olmayan bedenler ve bu bedenlerin yaşamı örgütlediği alanlardan sanat ve aktivizim ilişkisine neler taşınabileceği; neoliberalizmin  bedenzihinlerimize belirgin olmayan kaynaklarından zamanla sızdırdığı koşullarla sanat üzerinden nasıl ilişkilenebileceğimiz üzerine derin bir sohbet gerçekleştirdik.

 

Ania Nowak'ın kişisel sanatsal tarihindeki işlerle daha yakından ilişkilendirebilmek adına sohbetimizin son bölümünde performatif unsurlar içeren bir kart oyunu oynadık. Kartlar bu alıntıyı, bu alıntıyla ilişkili olarak benim sorumu ve soruların cevaplanması için bir mekan ve/ya zaman önermesi içeriyordu. Son dönem işlerinin tanıtım metninden aldığım, kendisi tarafından ortaya atılmış soruları; yeniden yorumlayarak kendisine sordum. 

 

Ankara Queer Sanatçı Programı kapsamında yapmayı hayal ettiği mekana özgü bir sanatsal araştırmayı pandemi koşulları nedeniyle yapamamış Ania'yı umarım Türkiye'de ağırlayabiliriz. Kendine özgü sanat dili ve yöntemleriyle sanatseverlerle buluşmasının oldukça heyecan verici olmasının yanı sıra; Türkiye'de koreografik methodolojilerin görsel sanatlar, metin ve video alanlarına açılmasına; daha erişilebilir olmasına dönük bazı koreograf arkadaşlarımızla verdiğimiz çabaya büyük katkısı olacağını hissediyorum.

 

 

This Is an Exhibition and I'm an Exhibitionist, visuals by Pat Mic

 
   

Gizem Aksu: İlk olarak senden nasıl bahsetmemi istersin?

 

Ania Nowak: Genellikle koreograf olduğumu söylüyorum ama son zamanlarda sanatçıyım diyorum. Bazen

başka sanatçıların fikirlerini ve isteklerini bedenselleştirebileceğimi belirterek performansçıyım da diyorum. Ancak başka sanatçıların işlerinde kendi işlerime kıyasla daha az bulunuyorum. Son 3 yılda, daha çok görsel sanatlar bağlamında çalışmaya başladım. Bu nedenle kendimden sanatçı olarak bahsetmenin daha kolay olduğunu fark ettim.

 

Sanata resim, heykel ya da video aracılığıyla değil, dans aracılığıyla girdim. Bu tarz tanımlar biraz kısıtlayıcı olabiliyor. Bu tanımlar da kendi içsel ihtiyaçlarımdan çok marketin gerekliliği... Kendimden bu tanımlarla bahsetmesem de ileride hala diğer şeyleri yapabilirim; ama, dil bir şekilde bunu yapıyor. Sizi bir role fosilize ediyor.

 

 

Sadece sanatçıyım dediğinde koreografinin görünmez kılındığını hissediyor musun? Türkiye'de koreografi kolayca göz ardı edilebiliyor ya da ihmal edilebiliyor. Sanatçıyım dediğinizde insanlar sizi koreografi ile ilişkilendirmeyebiliyor.

 

Evet, kesinlikle. Koreografım demek politik bir şey haline de geliyor çünkü çoğu yerde dans ve somatik bilgi hala marjinalize durumda ve fonlama konusunda sanat hiyeararşisinin en altında bulunuyor, mesela. Son yıllarda epeyce çalıştığım Varşova'da, Berlin'e kıyasla daha küçük bir sanat ve dans çevresi var.  Sanat alanı hem daha dar hem de daha iç içe ve birbiriyle bağlantılı görünüyor. Çağdaş dans ve deneysel koreografi, tiyatroya ve tiyatroların altyapısına oldukça bağımlı. Polonya'da, özellikle tiyatro ya da görsel sanatlar alanında, kamuya açık bir konuşmaya davet edildiğimde her zaman dansçı olduğumu vurguluyorum. Şu an her ne kadar tipik bir dans pratiğim olmasa da; hareket araştırması yapmak için stüdyoya gidiyor olmasam da...

 

Bu ara metinle alakalı farklı bir pratiğim var. Metin ve performans çalışmalarımda tabi ki dans, koreografi ve somatik çalışmalardan araçlar kullanıyorum ve bu tarz bir bilgi alanını geliştirmeyi istiyorum.  Şu an pandemide yaşarken bunun özellikle uygun düştüğünü düşünüyorum.

 

 

Kendine aktivist de der misin yoksa aktivizm tarihselliklerinden araçlar ve uğraşılar mı kullanıyorsun?

 

Bu konu hakkında konuşmaya biraz çekiniyorum aslında. Aktivistin kutsal ve geleneksel bir imajı/ tanımı varmış gibi hissediyorum: Sosyal değişim için eylem yapan kişi... Bu sokağa çıkmayı, protestoya gitmeyi gerektiriyor.

 

Polonya'da son zamanlarda kadınların ve LGBTQI kişilerin temel hakları ellerinden alınıyor ve geçen yazdan beri kürtaj yasağına karşı inanılmaz protestolar yapılmaya devam ederken ben liberal Berlin'in konforlu koşullarında yaşıyorum. Hayat, beni Berlin'e getirdi ve kendi halkım için bunu bile yapamıyorum. Polonya'da yaşayan arkadaşlarım kadar aktif olamadım. Sonrasında da pandemi koşullarında protestoların nasıl yapılacağı problemi ortaya çıktı. İsveç gibi bazı ülkeler bunu yasadışı hale getirdi. Bir insanın orada olup risk almaya ne kadar istekli olduğuyla ilgili bir şeye dönüştü. Politikacılar rahat ofislerinde şok doktrinler hazırlarken senin fiziksel ve mental sağlığınla ilgili aldığın riskler anlamında.

 

Bir yandan da geleneksel aktivizmin dışında bırakılanların tecrübesiyle ilgili konuşan, Johanna Hedva'nın Sick Women Theory adlı çok ilginç bir metni var. Yıllar önce Hannah Arendt politik bedeni, sokaklarda olan, kamusal alanda olan beden olarak tanımlamıştı. Aktivizmi bu şekilde düşünmeye alışkınız. Bu düşünce artık oldukça indirgeyici kalıyor, bugün. İnsana şunu sorduruyor: Bu tanımı engelli insanlar, hastalar, post-travmatik stress bozukluğu yaşayanlar, depresyondan evde kalakalmış insanlarla açısından düşündüğümüzde ne oluyor? Bu insanlar sokağa çıkamıyor çünkü sokağa çıkabilecek fiziksel ya da mental güce sahip değiller. Özellikle kuirler, POC ve diğer azınlıklar bağlamında, zihninde ve bedeninde azınlık stres semptomlarını sürekli taşıdığın; rahatsızlık ya da tehlikeden kaçınmak adına kamusal performansını sürekli gözden geçirdiğin için kamusal alanda bulunmak başka bir anlama gelmektedir.

 

Aktivist emeğe oldukça saygı duyduğumu söyleyebilirim. Ayrıca, Rebecca Solnit'e benzer bir şekilde, aktivizm anında sonuçlar getirmese de aktivizmin kazanımlarının zamanla biriktiğine çok inanıyorum. Bu, genellikle yavaş bir süreç. Sanatsal pratiğimde aktivizmin konusu olan ya da olması gereken konularla çalışırken aktivizmden stratejiler alıyorum. Bunlardan bazıları oldukça aşikar; engelli-karşıtı söylemler ve kuirlere dönük nefret söylemi karşısında ya da LGBTQI ve engelli komünitelerin haklarıyla ilgili yapılması gerekenler konusunda olduğu gibi...Formla ilgili olarak da aktivizmden stratejiler alıyorum. Mesela, kuir komüniteler arasındaki işbirliğinin zorluğu gibi hassas bir konuyla ilgilendiğim To the Aching Parts! (Manifesto) performansında kullandığım kamusal hitap formatı gibi…

 

İçermek yerine davet etmeyi deneyen bir çeşit yumuşak aktivizm pratiğim var. Performans alanında aktivist ve politik potansiyelleri görebiliyorum, mesela performansın kuir bedensellik ve deneyimlere alan açan, şekil veren; ikiliklerin ötesinde düşünme ve konuşma yolları sunma kudreti gibi… Ve daha pratik, gündelik bir yerden protestonun ve sivil itaatsizliğin gelmekte olan hareketine inanıyorum. Kendimiz ve komünitelerimiz için yaptığımız bakım ve destek çalışmaları eşit derecede öneme sahip ve bir bütün halinde. Sen aktivist misin?

 

 

 

Can You Die of a Broken Heart?, visual by Bartosz Górka

 

 

Evet. Sanatsal olarak acıyı çalışma şeklinden dolayı aktivist olabileceğini düşünmüştüm. Bu soru kişisel gelirse lütfen istediğin gibi yorumla ya da soruyu direkt geçebiliriz. Son zamanlarda acı, yorgunluk üzerine çalışıyorsun. Bu uğraşının nedeni kişisel, yaşanmış deneyimlerden mi kaynaklanıyor?

 

2018’de geleneksel Batı tıbbının iyileştirmede, hatta tedavi uygulamada başarısız kaldığı sağlık durumlarına odaklanan tuhaf, değişken sağlık konusuyla çalışmaya başladım. Otoimmün hastlalıkların, fibromiyaljinin, kronik yorgunluk sendromu çoğunlukla kadınları etkiliyor ve bunlar, sistemden ve psikosomatik kaynaklılar.

 

Bağışıklıkla alakalı, bedenin kendisine saldıran, zarar veren ve alt edilmesi oldukça zor olan mekanizmaları, bu konuyla ilgilenmemi sağladı. Son 40 yılda sınıflandırılan diğer pek çok hastalık gibi, tıp bu hastalıkların nedenlerini açıklamakta yetersiz kalıyor ve tetikleyici faktör olarak stres ve travmadan bahsetmeyi seviyor. Bu konuyla ilgilenmeye başlayınca bu hastalıkları deneyimleyen insanlarla tanışmaya ve kendisini sağlıklı bir insan olarak düşünen biri olarak, kendi sağlığımda da kesiklikler ve tuhaflıklar olduğunu fark etmeye başladım.

 

Can You Die of a Broken Heart?’ın videosu ve sergisinde ve Inflammations adlı canlı performansımda sağlığın kişisel ve politik boyutlarıyla uğraştım. Inflammations’daki iki performansçı kronik rahatsızlıklardan muzdarip. Biri Multiple Skleroz (MS), diğer ise kronik yorgunluk, ses kaybı ve benzeri semptomlara neden olan zayıflatan jinekolojik sağlık koşullarıyla uğraşıyor.

 

 

Bu arada Inflammations'ı baya sevdim.

 

Teşekkür ederim, hakkında en güvensiz hissettiğim işlerimden biri. Engelli komüniteden birçok insan da, başka nedenlerin de yanı sıra, didaktik olmamasından dolayı takdir etti. Hastalığın, yorgunluğun ve onların dillerinin şiirselliği ile kurbanlaştırmadan ya da kahramanlaştırmadan ilgileniyor. Bizim alanımızda normatif olmayan sağlığa dair daha fazla eğitim olsa da, yaklaşım hala engellilere karşı epey ayrımcı olabiliyor; değiş tokuşa ya da davete odaklanmaktan çok içermeye odaklanıyor. İzleyiciler sağlıklı ya da hasta bir bedeni sahnede gördüğünde hala belli başlı beklentilere sahip.

 

 

Inflammations, visual by Dorothea Tuch

 
   

Buna katılıyorum.

 

Hastalık ya da tuhaf sağlık senin kimliğin haline gelebilir; ayrıca anlaşılmaz bedensel deneyimleri uzun vadede dizginleyebilmek için bir strateji haline de gelebilir. Doktorun sana kronik olduğunu söylediği bir şeyi nasıl anlamlandırmalı? Bu iki iş ve birlikte çalıştığım performansçı-ortaklarım Angela Alves and Laura Lulika ile paylaşımlarım sayesinde; hastalık, bir tabu ya da lanet olmak yerine, bir şeyleri yapma ve algılamaya dair başka bir yol sunan lens haline geldi. Bu süreçler beni kendi fizikaliteme ve ağrıyı, doğal, yardım edilemez bir şey olarak -mesela adet, PMS ya da belki endometriyozten kaynaklı fiziksel ve duygusal ağrı- ne kadar kabul ettiğime dair daha farkında hale getirdi. Sonra Koronavirüs geldi ve çoğu insan hastalığın nerede başlayıp nerede bittiğine ve dayanışmanın ne olduğuna dair anlayışını değiştirdi. Dans alanında, sürekli sağlıklı ve en iyi formda olman gerekiyor. Hastalığı gizlemen bekleniyor.  Şişmansan, bu uygun değil çünkü belli bir şekilde gözükmüyorsun. Engelliysen, bu da uygun değil çünkü daha yavaş ya da bakıma muhtaç olabilirsin. Bunun bedende olmanın başka yollarını nasıl dışlandığını düşünmeye başladım.

 

Inflammations’ı farklı yerlere götürmek istediğimde, çalışan engelli bir sanatçı olmanın nasıl hissettirebileceğini anladım. Mekanlar, engelli sanatçıya eşlik edecek bakıcı için ayrıca ödemek yapmak istemiyor çünkü bu, ışık tasarımcısıyla eşit öneme sahip olmasına rağmen, daha az ödeme yapılacak olsa dahi ek bir masraf olarak görülüyor.

 

Inflammations üzerine çalışırken ortaklarımın ihtiyaç ve sınırlarına cevap oluştururken kendi limitlerimi belirlemek de benim için önemli oldu. Dolayısıyla (8 ya da daha fazla saatlik uzun günlerin aksine) kısa çalışma günleri tasarladık ve gerçekten aksak zamanı (crip time, krip zaman) kucaklamaya çalıştık. Çoğu zaman bir projeyi başlattığında ve annelik yapmaya başladığında her türlü kendini sömürmeye başlıyorsun, bu sanatsal üretimin bir dinamiği olarak da farz ediliyor.. Kabul etmeliyim ki bu varsayımla da biraz mücadele ediyorum.

 

 

Benim için, bu işin izleyiciye aksak zaman deneyimi sunduğu oldukça açıktı ve bu deneyimden oldukça hoşlandığımı söyleyebilirim.

 

Bazen bu konuda konuşmak benim için hiç kolay olmuyor çünkü bir yandan hiç de homojen olmayan engelli komünitesi adına konuşmak istemiyorum. Bir diğer yandan, sağlık herkesin hayatının parçası olan, istikrarsız ve tutarsın bir alan. Angela bir gün şöyle demişti: ''Bazen MS'im olduğu için acı çekiyorum bazende PMS'im (premenstrüel sendrom) olduğu için... Sen sürekli PMS’inin baya kötü olduğunu söylüyorsun. Hepsi aynı bok.'' Bu cümleyi çok seviyorum.

 

 

Süpermiş. Bazı şeyler sözlükten öğrenilmiyor, biliyorsun. Yalnız deneyimle, birlikte yaşayarak öğrenebiliyor. Bu tarz birlikte yaşayarak öğrenme süreçlerini çok değerli buluyorum. Bu süreçler, kendimize biçtiğimiz tanımlamalar üzerine dahi düşünebileceğimiz kaynak ve araştırma alanları sunabiliyor.

 

Angela ve Laura ile çalışmaya başladığımda kendi engel ve hastalıklarıyla ilgili ne kadar politik olduklarını görmek beni oldukça etkilemişti. Engelli komünitesinden öğrendiklerim hem kişisel hem sanatsal hayatım için çok önemli oldu ve olmaya devam ediyor. İçinde yaşadığımız tüm sistem ve çevrenin; kapitalist ataerkinin altında yeniden ürettiklerimizin bizi hasta ediyor olma gerçeğini fark etmek zor ve karamsar. Aksak zaman önerisi, sadece engelli insanları ilgilendiren bir şey değil. Bunun, geç kapitalizmde yaşamaya dönük bir öneri olduğuna inanıyorum.

 

Gelecek yıllarda aksak zaman üzerine daha fazla tartışılacağına inanıyorum. Farklı alanlarda bu konunun gündeme gelmeye başladığını gözlemliyorum.

 

 

Bir sonraki sorumu işlerindeki metin kullanımı ve dilin, kelimelerin ve sessizliklerin söylemsel gücü üzerinden sormak istiyorum. İşlerinde, tekrarları, dilsel yankılanmalarla bir kelimenin başka kelimelere dönüşümünü çok beğeniyorum. Son 3 yılda yaptığın parçalarda bu senin imzan haline gelmiş gibi de görünüyor, her işte biraz değişerek de olsa kullanıyorsun. Metne dair bu ritmik ve tekrarlı bu yapıyı nasıl kullanmaya başladın?

 

Dille koreografik bir yaklaşımla ya da dansmış gibi çalışmaya başlayınca dilin büyüleyici olduğunu düşünüyorum. Bu, dans kompozisyonundan tekrar, yankılama, yavaşlama, hızlanma gibi çok temel elementlerin denenmesiyle dahi olabilir. Bir gün drag ve dil etrafında vakit geçirmek istediğimi bildiğim yeni bir parça için stüdyoda çalışırken, kelime gruplarıyla oynamaya başladım. Belli bir konuyla ilgisi olan kelimeleri 4’lü şekilde hızlıca ve sadece isim, zamir ve sayıları kullanmaya izinli olacağım şekilde bir kısıt da getirerek listeledim. Avrupa ve Polonya tarihi, politikası, cinselliğine dair tuhaf, süreksiz ve doğaçlanmış sözsel imajlara vardım. Bu metin materyaliyle, bir dans doğaçlaması gibi doğaçlamaya devam edebileceğimi ya da bunu yazılı hale getirebileceğimi fark ettim, ki ikinci seçenek 2017 yılında yaptığım Untitled adlı işimi meydana getirdi.

 

 

 

To the Aching Parts! (Manifesto), visual by AnuCzerwiński

 

 

Daha yakın tarihli To the Aching Parts! (Manifesto)’da 3 kelimelik setlere odaklandım, ikiliklerden kaçınarak ve bu ikiliği karıştıracak üçüncü bir kelime ekleyerek kullandım. Ayrıca isimlerden çok, fiil ve eylemler kullandım. Ama hala, çok az cümle, edat ya da bağlaç kullandım. Bütün setler, anlamları ya da ne anlama geleceklerine dair beklentinin her zaman değiştiği tekil kelimelerden oluşuyordu. Hem bu işte hem de Inflammations’ta ayrıca kısaltmalara yeni bir bakışla yaklaştım, özellikle LGB, FtM, DIY, PMS[1] gibi daha tanıdık olanlarına…

 

Kelimeler listeler şeklinde olup cümleler oluşturmadığı için hatırlanması oldukça zor olabiliyor. İcra ederken, bu kelimelerin yazılı olduğu kağıtları kullanıyorum. Bu şekilde kağıtlar sahnesel bir malzeme halini alıyor ve bir kamusal hitapmış gibi sahnelenmiş oluyorlar. Kelimelerin anlamsal olarak neyi tetikledikleriyle; ''gerçeğe'' ya da gerçeklik dediğimiz şeylere atıfta bulunduklarında nasıl formlarını değiştirdikleriyle ilgileniyorum. Bu soruyu doğru bir zamanda sormuş oldun çünkü bu yıl içinde yeni bir parça yapacağım ve dil pratiğimi biraz daha ileri ya da başka bir yöne taşımayı arzuluyorum. Dilin hareket gibi olduğunu sen de düşünmüyor musun?

 

Benim dille ilişkim biraz çatışmalı. Siyaset bilimi okurken dilin politik mücadelede ne kadar büyük bedeller getirdiğini fark ettim. Aslında bu yüzden de hareket etmeye başladım diyebilirim.

 

Bazı işlerde diğer performansçılar için metin yazdım ve bunu onlarla icra etmekten hoşlanmış olmama rağmen dilin benim için solo bir pratik olduğunu fark ediyorum. Mesela Future Tongues’ta parçanın sonuna doğru metne evrilen jest, temas ve yakınlıkla çalıştım. Kamusal hitap formatında çalıştığımda, dile eşlik edecek jestler benim için oldukça belirgin. Yakınlık; kısa mesafede olmayla, benzerlikle ya da duyarlıklıkla (ki yakınlık sadece bununla ilgili değildir) ilgili olmadığında ve insanlara kelimelerin çağrışımlarıyla oluşturduğum kendime has dilimle dokunmaya çalışmamla olunca garip bir yakınlık halini alıyor diye tahmin ediyorum. Herkes tarafından anlaşılan ortak bir yapım olmak zorunda olmayan bir dille… Bu, yakınlık meselesini biraz karmaşıklaştırıyor. Bazı inandıklarımın popüler olmayabileceği halde, insanları kendi inandığım şeylere doğru çekmek ya da yanıltmak için kendimi ortaya koyuyorum. Ve biliyorum ki onları kendi tarafıma çekmekte kısmen başarılı olamayacağım. Performans halinde ima edilen bu baştan çıkarma beni sadece bu kadar uzağa atabilir. Bazen sözcükler, hareketten daha fazla direkt anlamlara işaret edebiliyor. Görsel sanatlar bağlamında dil performansları da beyaz küpün içine performansçı-sanat işi olarak konulan nesneleştiren rolden kaçmanın bir yolu oluyor. Dil ve jestleri izleyicinin dikkatini mekandaki kendilerine ve nesne-sanat işlerine çevirebilecek belli yollar işleterek bakan izleyici ile bakılan performansçı arasındaki bu eşitsiz ilişkiyi sorunsallaştırabileceğimi düşünüyorum.

 

 

Son zamanlardaki ilgi alanlarından, Ankara Queer Sanat Programı dahilinde yapacaklarından  bahsetmek ister misin?

 

Ankara Queer Sanat Programı için kuir kültüre ve bu kültürün clubbing taraflarına, Türkiye mimarisinde yer alan Barok stilin estetik ve duygulanımsal yansımaları ile ilişkili olarak bakan; mekana özel bir araştırma yapacaktım. Maalesef ki pandemi Türkiye’ye seyahatimi imkansız hale getirdiği için bu, şu ana kadar mümkün olmadı.

 

Son zamanlarda, 1980’lerin AIDS krizinden günümüze, Covid-19 pandemisine kadar gelen kuir keder ve keder ritüellerine bakmakla meşgulüm. Yıl sonunda bununla ilgili bir parça yapacağım. Ayrıca, güçlü dil- zayıf beden ilişkisiyle ve azınlıkların bugünlerde ilişkilendiği dayanıklılık, dayanma gücü ve hatta kahramanlık imajları ve pratikleri hakkında da meraklıyım. Ve kahramanlık varsa bu kahramanlığın neyle ilgi olduğuyla…

 

Bu yıl, önceki zamalardan daha da fazla olarak, hastalık, yaşlanma ve geç kapitalizmde yaşamanın zamana yayılan, görünmez süreçlerine epeyce odaklandığımı hissediyorum. Uzun süreçlerdeki küçük değişimlerle ilgileniyorum; bu keder süreci olabilir, pandemi olabilir ya da azınlıkların katıldığı özgürleştirici sosyal değişimler olabilir.

 

 

Sohbetin Oyun Kısmı

 

Can You Die of a Broken Heart? tanıtım metninden;

 

Bireysel bedenlerin çağdaş ızdırapları geç kapitalizme yönelmiş bedenselleşmiş kolektif tepki olarak görülebilir mi?

 

Benim sorum: Izdırabın eylemsel/tepkisel özneliklere nasıl dönüşebileceğini biraz açabilir misin?  Eğer aklına geliyorsa bunu yaparak sana ilham veren kolektifler/çemberler/çevreler/organizasyonlar varsa birkaçının ismini bizle paylaşabilir misin?

 

Engellilik, sağlık, bakım ve normatif olmayan bedenler mevzusuna gelindiğinde, gerçek bir ihtiyaç olarak değişimden konuşmak, benim alanımda ve çevremde oldukça yeni bir pratik.  Dans ve sanat alanı içinde mental sağlık hakkında daha açık olmak, pandeminin getirdiği bir değişim oldu. Berlin’deki engelli ve kuir komüniteler içinden; nasıl çalıştığımız ve bu alanı beyaz, sağlam, orta sınıf Avrupalı ve Kuzey Amerikalı olmayan insanlara daha erişilebilir kılmak için ne yapmamız gerektiği konusunda yapısal değişim ihtiyacı olduğuna işaret eden çok daha fazla ses ortaya çıkmaya başladı.

 

Berlin’deki sanat kurumlarında performans yapmak konusunda, Sophiensaele, farklı engellilik durumlarına sahip izleyiciler için erişilebilirlik stratejileri uygulama konusunda kararlı görünüyor. Erişilebilirlik stratejiler derken performansların sesli betimlenmesinden, Almanca ya da İngilizce işaret diline ya da rahat performansa (relaxed performance) kadar her şeyi kast ediyorum. Rahat performansta, izleyici mental ya da fiziksel bir araya ihtiyacı olduğu için istediği her zaman mekandan ayrılma ve mekana geri dönme şansına sahip. Bu, performansı daha rahat ve dolayısıyla erişilebilir kılmak için bir girişim.

 

Şu an belli bir kurum ya da kolektife bağlı değilim.  Farklı bağlamlarda yollarımın kesiştiği sanatçılardan ve aktivistlerden, Inflammations’ın tüm ekibinde olduğu gibi iş üretirken ortaklaştığım insanlardan çok fazla şey öğreniyorum. Farklı durum ve insanlar hakkında daha farkında ve mevcut olabilmemde bu tarz, deneyimler ve deneyimlenen ihtiyaçlar hakkında açık iletişim kuruyor olmanın benim için çok önemli olduğunu düşünüyorum. Empati kelimesi bugünlerde çok kullanılıyor. Ve bu bir emek, ayrıca oldukça yorucu bir emek. Çok fazla duygusal enerji gerektiriyor, özellikle travmaları hakkında çok konuşmanın olduğu kuir komünitelerimizde… Başkaları tarafından desteklendiğinizi hissetmiyorsanız aşağı doğru sürüklenmek çok kolay.

 
   

Daha iyi bir hayatın nasıl olabileceği hakkında daha fazla düşündükçe bedenselleşmiş bir değişim için gerekli önkoşullardan birinin, Batı’da anladığımız şekliyle, özbakımın ve kendine dönük gerçek bir koşulsuz sevgi geliştirmenin olduğunu daha fazla fark ediyorum. adrienne maree brown'un Pleasure Activism’de yazdığı türden bir öz-sevgi… Bedenimiz için, arzularımız için, haklarımız için, fazla çalışmaya ve sömürülmeye istekli olmadığımız için özür dilemeyi bıraktığımız… Bu radikal sevgi - tanrım, baya hippi tınladı!- çok zor bir şey çünkü dikkat, kabul ve şefkatin ancak hak edilmesi gereken şeyler olduğuna ve bunları ancak kapitalist ataerkinin kurallarına boyun eğerek hak edebeceğime şartlandırıldık. Sistem, hem kimin empati ve sevgiye değer olduğunu hem de kimin hakim sevgi, empati ve keder hikayelerinin dışından bırakılacağını dikte ediyor.

 

 

 

Future Tongues, visual by MaurycyStankiewicz

 

 

Future Tongues tanıtım metninden;

 

5 dakikada; etraftaki en yaşlı ağacın altında cevaplayın.

 

Bugün hangi bedenselleşmiş iletişim şekillerine ihtiyacımız var? Kim kendi dilini konuşma hakkına sahip? Bilgi ve gücün otoritesine itaat etmeden önce kolektif sezgilerimize güvenebilir miyiz?

 

Benim sorum: Sezgisel gücünü beslemek için yaptığın gündelik ritüeller var mı?

 

Sezgi ve yakınlık üzerine çalışan bir sanatçı olarak, sezgi ve yakınlğın birbiriyle nasıl bir ilişkisi olduğunu düşünüyorsun? Bu ilişkiye işlerinde nasıl yaklaşıyorsun?

 

Ritüel ve rutinler benim için çok kolay değil çünkü kendimi sabote etmeye meyilliyimdir. Dansın, somatik tekniklerin ve arkadaşlıklarımın yardımıyla, bu konuda daha iyi bir hale gelmeme rağmen…

Psikolojik olarak, son zamanlarda içimdeki gevezeliği, zihnimdeki çoklu diyolag ve monologları  dizginlemeye çalışıyorum. Kendinle kaldığın, sosyal medyanın her zaman seçtiğin bir şey olmadığı özellikle bu pandemi zamanlarında, mental laklaklarım hakkında daha farkında ve sorumlu olmam gerektiğini hissediyorum. Kendi mental sağlığıma zarar vermeyen bir iletişim biçimine odaklanmak istiyorum. Akışa bırakma konusunda pek iyi sayılmam.

Gençken dansa bu yüzden başladım. Mesela pandemi başlayana kadar barlarda dans etme olarak; beni aşırı düşünmeye karşı mesafelendiren bir strateji olarak kaldı.

Son zamanlarda, bir somatik tekniğe, Feldenkrais Method’a tutunmuş durumdayım. Feldenkrais’ı seçmemin nedeni hareketin nasıl gözükmesini gerektiğine dair önermede bulunmaması. Daha çok egzersizlerin getirdiği duyumsamaları deneyimlemeye ve bu süreçte kendi farkındalığını geliştirmeye çağırıyor. Bunu, dinlediğin yönergelerle sayesinde ve bu yönergeleri hareketle yorumlayarak yapıyorsun. Bu, bir yandan da iç sezgilerin çalışması bir şey değil mi? Geçmiş deneyimlere dayanıyor. Sana net cevaplar vermektense ip uçları sunuyor.

Yakınlık ile sezgi arasında ilişki, şu an benim için ilginç bir tema çünkü son aylarda kabul etmeye başladım ki, sezgileri sorgulamak yerine onlara güvendiğimde hayatta çok daha iyiyim. Azınlık bir gruba aitseniz, size iyi hissettiren ve hissettirmeyen şeyler hakkında direkt olmak politik bir şey oluyor. Bir şey birilerine iyi geldi diye size de iyi gelmek durumda değil. Başka performansçılarla ve yaratıcılarla bir sürece başladığımda genellikle yumuşak hiyerarşilerle çalışırız. İlerledikçe birbirimizin kişisel sınırlarını ve kırılganlıklarını öğreniriz. Bu, bazen zor olabiliyor. Tiyatroda sıkça karşılaşıldığı duygusal şiddet halinden azade bir yaklaşımla performansçılara yaklaşmak benim için önemli. Bu yüzden de sürekli kendi içime bakıyor ve diğer insanlarla aramdaki ilişkilere bakmak için sezgillerimi takip ediyorum.

 

[1]   Not: Lesbian, Gay, Bisexual; Female to Male; Do It Yourself; Premenstrual Syndrome

Bir hata oluştu. Lütfen sonra deneyiniz.
E-posta bültenine başarı ile kayıt oldunuz.