Ankara Queer Sanat Programı

“Gürültüsüz, patırtısız bir queer yorumlama”: Berk Kır ile söyleşi

14/12/2022

“Gürültüsüz, patırtısız bir queer yorumlama”: Berk Kır ile söyleşi

Fatih Özgüven

 


gurultusuz-patirtisiz-bir-queer-yorumlama-berk-kir-ile-soylesi

Misal Adnan Yıldız Küratörlüğündeki ''Dünyanın Ağırlığı'' Sergisinden


Berk Kır’ın ilk gördüğüm işi Misal Adnan Yıldız’ın Dünyanın Yükü sergisinde Minerva Han’ın giriş kapısı üzerinde yerleştirdiği bir fotoğraf işiydi. Minerva Han’ın girişi üzerinde söz konusu hana adını veren tanrıçanın miğferli büstünün tam altına gelen yerde duran fotoğraftaki kız, başının üzerine önce bir örtü atmış üzerinde de bir çaydanlık yerleştirmiş bize bakıyordu. Hem Minerva’nın hem de onun adını hanlarına verenlerin umdukları ‘Kendini fazlasıyla önemseyen Şey’e  mizahi bir alternatif gibi olan bu iş queerin gürültüsüz patırtısız ama iyi bir yorumlaması gibi idi. Sonra Berk’le bu konuşmayı yapmak üzere buluştuk: Hilton Oteli için yapacağı bir fotoğraf işinin görüşmesinden geliyordu. Önceden de Ankara Queer Sanat Programı’nın konuk sanatçı programına gitmişti. Latince’de dendiği gibi IN MEDIAS RES, tam orta yerinden, söze girdik. Konuşmayı da o tadda sunuyoruz:

 

Fatih Özgüven: Genellikle fotoğrafı oluşturma işinde nesneleri çoğaltarak yol aldığını ama Hilton’la yaptığın bu son fotoğraf çalışmasında eksilterek yol aldığını söyledin demin sohbete başlarken. Bunu biraz anlatır mısın?

Berk Kır: Normal şartlarda fotoğraf, bir araya getirdiğim şeylere çoğaltmacı olarak yaklaştığım bir durum. Üst üste koyduğum ya da biraz daha öncesine gidersek alımladığım herhangi bir şeyi, farklı zamanlarda yaşadığım durumlara eklemleyerek yeni bir şey inşa ediyorum.

Fatih: Evet, o ilginç bir nokta. Benim de senin ilk gördüğüm ve çok ilginç bulduğum bir işin. Hilton’da ne yaptığını anlatır mısın?

Berk: Burada Hilton’un kendi fotoğraf arşivine benim müdahalemden oluşan ve ortaya çıkan bir dizin iş oluştu. Kendi fotoğraf arşivlerine benim doğrudan ya da dolaylı olarak müdahalelerimden oluşan ve bir takım görsel anlam arayışları inşa ettiğim bir çalışma oldu.

Fatih: Eksilterek demiştin.

Berk: Evet, normal şartlarda fotoğrafı çoğaltmacı bir bakış açısıyla yaparken, orada imajları eksilterek yeni bir anlama kavuşturdum. Benim fotoğraftaki anlayışıma ya da arayışıma göre, ortaya çıkardığım işleri hep bir şeyleri çoğaltarak ya da bir araya getirerek yaparken, burada aksine indirgeyerek çoğaltmış oldum ve bir sergilenme tekniği olarak da yeni denediğim bir şey olacak. Bu, Ankara’da aradığım bir yöntemdi.

Fatih: Ankara’da mı ilk defa bunu aramaya başladın?

Berk: Bunun ortaya çıkıyor olması Ankara’yla ilişkili çünkü benim fotoğraflardaki yapış biçimlerimden biri yürümek. Kent içerisinde çok fazla yürüyorum ve yürüdüğüm bir yolu tekrar geri gitmektense, bir sonraki sokaktan gidiyorum.

 

Fatih: Yürümek benim için de yazmak söz konusu olduğunda çok iyi işleyen bir yöntem. Sen nasıl faydalanıyorsun yürümekten?

Berk: Fotoğrafın ortaya çıkışı, yani o geleneksel fotoğraf algısı, benim bakışımda herhangi bir anın tekrar edilemeyişi üzerine kurulu bir sekans. Ben öyle yaklaşmıyorum. Benim için gördüğüm bir ana bakmak ve onu özümseyebilmek önemli. Yürümek bu noktada devreye giriyor.

Fatih: Yani anı dondurmak değil, anı özümsemek.

Berk: Şahitlik etmek benim için önemli. Yürürken birçok şey görüyorum: Kavga eden bir çift de görebiliyorum, birbirini öpen birilerini de görebiliyorum, hiç duymayacağım ya da uzun süredir unuttuğum bir şeyi anımsatacak bir koku da duyabiliyorum. Yani, tetikleyici olarak yürümek var hayatımda. Yürümek sayesinde denk geldiğim olayları, geleneksel fotoğrafın sunduğu bakış açısıyla değil de kendi özümseyişimle bir çıkış noktası olarak kullanıyorum.

Fatih: Bunları nasıl işlemliyorsun?

Berk: Gördüklerim ve duyduklarım, bana hayatıma dair bir şeyler anımsatabiliyor. Özgeçmişsel, biyografik yaklaşıyor oluyorum. Tamamen benimle ilgili. Çektiğim fotoğraflarda ben olmasam da hepsinin birer portrem olduğunu düşünüyorum çünkü hislerimle alakalı şeyler. Bir keresinde şöyle bir cümle kurmuştum, şimdi o aklıma geldi: “Dışarıda gittiğim yol, kendi içimde gittiğim yola denk düştüğü zaman fotoğraf ortaya çıkıyor benim için”.

Fatih: Peki çatıştığında bu ortaya çıkış gerçekleşmiyor mu?

Berk: Tetikleniyor ya da bir şey hakkında düşünüyor, hissediyor olmaya ihtiyacım var.

Fatih: Bunu anladım ama paralel mi gitmesi lazım? Çatıştığın zaman bu yaratım olmuyor mu?

Berk: İkisi de olabilir. Bu kadar yürüyorken ve bir şeylerle karşılaşıyorken, bir yandan da anımsatıcı nesneler topluyorum. Yürürken akışta olmakla alakalı olarak rastgele buluntu dediğim nesneleri topluyorum.

Fatih: O nesnelerin nesneliği, seninle fotoğraf arasındaki ilişkide önemli mi? Hiç olmazsa bir süre orada olmalılar mı onlar?

Berk: Ben görmekten yanayım çünkü fotoğrafın temasını o nesne inşa edebiliyor bazen.

Fatih: Tamam, peki görmekle ilişkin ne? Onu uzun süre görmek, orada bulunması bir nevi tılsım gibi mi? Yoksa sana boyutluluk bakımından, çevirip bakma gibi bir faydası mı var?

Berk: Geleneksel fotoğrafta bir ana denk gelmekle tekrar edilemezlik, benim yürüyüşlerimde bulduğum nesneyle örtüşebilir.  O anın çıktısı olarak o nesneyi kabul ediyorum. Benim için nesne bir belge aslında. O ana ait bir şeyi farklı bir kurgumda kullandığım zaman, bunu bir sürece yaymış oluyorum.

Fatih: Yani bu süreç içerisinde, o nesneye ihtiyacın oluyor. Peki, süreç geçtiğinde vazgeçiyor musun o nesneden?

Berk: Hayır, onlar benim için zamansızlar ve ben sürece odaklandığım için onları birer objeden ziyade bir mesele olarak görüyorum. O anlamda, fotoğrafın bir dinamiği olmasından yanayım her zaman.

Fatih: Onu anladım fakat sonrasında nesneleri ortadan kaldırıyor musun? Yoksa onları tutuyor musun?

Berk: Hayır, duruyorlar.

Fatih: Bir nevi materyal olarak nesneler de duruyorlar.

Berk: Biriktirmeyi ve arşivi seven bir insanım ama o bulduğum şeyi, daha sonra tekrar bir yere ya da bulduğum yere götürüp bırakabilirim. Velhasıl kelam, Ankara’da nesne arayışına çıktığımda, yollarda çok fazla şey bulamadım.

Fatih: Bu ilginç. Nereleri dolaştın?

Berk: Ankara’da Aşağı Ayrancı Bölgesi’nde kaldım. Kızılay, Gaziosmanpaşa ve civardaki yerleri yürüdüm. Dışarıda haliyle birtakım olaylar gördüm ama çıktı olarak kabul ettiğim nesnelere tam olarak denk gelemedim. O da beni şu düşünceye yöneltti: Evet, ben birtakım nesnelerle karşılaşamıyorum ama bu da bir karşılaşma alanı. Ben nesnelerle ve onların potansiyelleriyle ilgileniyorum. Dolaylı olarak, bu noktada hangi nesnelerin potansiyelini bir anlama kavuşturabilirim diye düşündüm. Ankara başkent olması bakımından bürokratik işlerin de bir ayağı olduğu için, iletişimin iyi derecede kurulması gereken bir yer.

Fatih: Bu bahsettiğin şehirle olan bir iletişim mi?

Berk: İnsanların kendileri arasında bürokrasinin iyi işleyebilmesi için kurdukları bir iletişim. O anlamda da insanların kullandıkları cihazlara baktığımda tarayıcı aklıma geldi. Bir belgeyi kopyalayıp bir yere göndermek, onu çoğaltmak için kullanılan bir nesne.

Fatih: Yani Ankara’nın bürokrasiye dair senin görmediğin ama sana çağrıştırdığı nesneyi mi kullandın?

Berk: Bakışım, yeni bir nesnenin potansiyeli ve fotoğrafa alternatif bir yaklaşımı neyle geliştirebileceğim üzerine düşünmek oldu. Tarayıcıyı birinden birine belge iletmek olan kullanımından koparıp, fotoğrafı çekme-yapma aracına dönüştürdüm. Fotoğraflarımı da tarayıcı üzerinde manipüle ettiğim birer nesne haline getirdim.

Fatih: Tarayıcının dokusunu mu kullandın?

Berk: Kestiğim görselleri çıkartıp, arkalarına başka birer fotoğraf koyarak taradım.

Fatih: Yani fotoğrafları geleneksel bir biçimde tarayıp altına başka bir şey yerleştirdin.

 



gurultusuz-patirtisiz-bir-queer-yorumlama-berk-kir-ile-soylesi

Berk Kır, Buluntu Kaşık, Tarayıcı Aracılığıyla Deformasyon, 2022 



Berk: Evet. Hilton özelinde yaptığım işleri bu bahsettiğim süreçten geçirerek yaptım.

Fatih: Hilton’la Ankara arasında bir bağlantı var mı?

Berk: Oradaki işlerde bu tarayıcıyı kullanmam üzerinden bir bağ kurabilirim.

Fatih: Peki Ankara’da tarayıcıyla yaptığın işler dışında neler yaptın?

Berk: Kâğıt içindeki hareket mekanizmamı bir nesneye mal etmiş olduğum işler yaptım. Bazı fotoğrafları elimle, bazı fotoğrafları üfleyerek, bazı fotoğrafları ayaklarımla, yani bedeni de işin içine sokarak yapmak istedim. Kamera işlevi olmayan bir cihazla imaj elde etmenin potansiyellerini düşünüyordum Ankara’da.

Fatih: Hangi nesneleri buldun böyle?

Berk: Bir tane kaşık bulmuştum.

Fatih: Onunla bir imaj elde etmeyi nasıl başardın?

Berk: Tarayıcı yüzeyinde tararken hareket ettirdim. A noktasından B noktasına giden bir mekanizma var şerit halinde kâğıdı gören.

Fatih: Nasıl tarıyorsun onu?

Berk: Kapağını kapamıyorum.

Fatih: Bir miktar ışık almıyor mu o zaman?

Berk: Aldığı ışığa göre fon değişiyor. Ankara’ya dönecek olursak, Ankara’da kendimle olan ilişkimin biraz daha geliştiğini hissettim çünkü İstanbul’da doğup büyüdüm ve İstanbul’dan çok uzun süre ayrı kalmadım. Ankara hiç aidiyetimin olmadığı ve bilmediğim bir yer. Hiç ait olmadığım ve bilmediğim bir yere, bana kurulu ve bana ait bir düzenin içine gittim. Bu bende bir ikilem yarattı. Tarayıcı dışında, Sanatçı Programı için bana verilen evin içindeki nesneleri de kullandım.

Fatih: Neleri kullandın? Bunu merak ettim.

Berk: Yatak odasındaki yastıkları. O yastığın kalıbını aldım ve daha önceki bir işimi içine koyarak onu dondurdum. Dondurmakla ya da bir nokta da çözülmekle alakalı bir şey. Ya da elimin kalıbını kullandım.

Fatih: O zaman çaydanlığa ve bulduğun eşya noktasına ve bulduğun eşyanın fotoğraf yapım sürecine dahil olma noktasına dönelim. Orada bir sahne kurulmuş. Kendi başına mizahi içeriği olan da bir sahne o aslında. Benim queer deyince aklıma gelen de biraz böyle bir şey. Birbirleriyle alakasızlık ama o birbiriyle alakasızlıktan çıkan bir alaka. O alakasızlıktaki mizahı çok ciddi bir biçimde vermek. Sanki ortada bir mizah yokmuş, olaylar son derece ciddiymiş gibi bir ciddilikle vermek. Senin işinde beni ilgilendiren ve çok sevdiğim bu oldu. Sanki herkes her an başının üstünde bir çaydanlık taşırmış da öyle dururmuş gibi bir işti. Bir de yukarıdaki Minerva başıyla çok ilişki kurdum. İnsan o binaya bakınca, o Minerva başının süslülüğü, gereksizliği, gülünç hali, bütün o binanın tarihsel ağırlığıyla de dalga geçiyor. Birileri 1900’lerde bir bina kurmuş, buna Minerva Han demiş ve oraya bir Minerva kafası yerleştirecek kadar da ciddiye almışlar bu Minerva fikrini. Bütün bu binayı ve kompozisyonu hafifleten bir iş olduğu için çok sevmiştim. O tarz işlerinde benimsediğin yaklaşımı da bize anlatabilir misin?

Berk: O, Başımın Üstünde Yerin Var dediğim bir fotoğraf serisi.

Fatih: Buradaki ciddiyet de çok güzel. Sanki insan her zaman başının üstünde bir ütü taşırmış gibi bir ciddiyet var. Bana kalırsa, bu ciddiyetin bir mizahın unsuru olmaması da çok güzel.

Berk: Ben bu serinin üzerinde 2019 yılının Aralık ayından beri çalışıyorum. O çaydanlık 2019 Aralık ayından ilk işlerimden.

Fatih: Başımın üstünde yerin var deyiminin kendisi bile bence senin için bir hikâye anlatıyor.

Berk: O seriyi şu şekilde açıklayayım: sokakta birtakım nesneleri topluyorum ve o nesnelerin cinsiyetleri ve toplumsal olarak hangi görevi gördükleri üzerine düşünmeye başladığımda, bu düşünceler beni gündelik hayattaki deyimlere götürdü. “Başımın üstünde yerin var.” aslında bir hoşgörü ifadesi fakat ikili ve heteronormatif ilişkilerde, özellikle benim gözlemlerime göre, evine gelen kişiyi ağırlayan kişi ilişkideki biyolojik kadın figürü. Dolayısıyla, baş üstündeki yer ev mekânı içerisinde bir görev tanımına dönüşüyor.

Fatih: O yüzden bir misafirperverlik ifadesi olmaktan çıkıp bir mecburiyet haline bürünüyor.

Berk: Evet. Misafir ağırlarken kullanılan bu nesneleri baş üzerindeki yere dönüştürüyorum.

Fotoğraf aslında galerinin başında izleyiciyi karşılıyordu. Fotoğrafın kendisi izleyicinin başının üstündeydi çünkü. Bu da bir buyur etme anlamında bir karşılaşma alanıydı ki başının üzerinde çaydanlık olan bir figür en iyi açısından karşıdaki çaycı tarafından izlenebiliyordu. Benim için tam da böyle anlamlar olmalı çünkü fotoğrafın biten bir şey olduğunu düşünmüyorum. Fotoğraf, dönüşen ve bulunduğu yeri de dönüştüren bir şey bence.



gurultusuz-patirtisiz-bir-queer-yorumlama-berk-kir-ile-soylesi

Berk Kır, Başımın Üstünde Yerin Var Serisinden Ütü, Ankara, 2022


Fatih: Bunu yapan başka fotoğrafçılar da var mı? Fotoğraf tarihinden verebileceğin bazı örnekler var mı?

Berk: Verebileceğim bir örnek var mı bilmiyorum.

Fatih: Bu ütü bana biraz Man Ray’i ve Meret Oppenheim’i hatırlattı. Gündelik nesnelerle biraz teknolojik, biraz tedirginlik uyandıran bıçak gibi nesnelerle iş yapan sanatçıları düşündürdü. Belki onları seviyorsundur diye düşündüm.

Berk: Özellikle üstüne gittiğim ya da geri çekildiğim bir durum yok bu anlamda. Fotoğrafa da biyografik olarak yaklaştığım için gündelik hayatta yaşadığım herhangi bir olay, daha önce yaptığım bir işimin anlamını da değiştirebilir. Çünkü özellikle bugün, fotoğrafların büyük boyutlarda kamusal alanda sergilenmesinden yana oluyorum. Özellikle Başımın Üstünde Yerin Var serisi özelinde iç mekânda konumlandırılan ve nesnelerin cinsiyetlerini ve kelimeleri de doğuran bir olay varken, fotoğrafın taşıdığı anlamla beraber dışarıda olmasının, aslında o insanın olması gereken yer olduğunu düşünüyorum.

Fatih: Özgürleştirici bir şey gibi.

Berk: Bir yandan evet. Belki bir yanıyla da provokatiftir. Ayrıca, fotoğrafın sesli bir şey olabilmesinden de yanayım. O yüzden de büyük boyutları ve kamusal alanları önemsiyorum.

Fatih: Fotoğraf büyüdüğü zaman sesli bir şey olabiliyor mu?

Berk: Bence büyüdüğü zaman değil de doğru yeri bulduğu zaman sesli bir şey haline geliyor.

Fatih: Kendi işlerin dışında herhangi bir reklam fotoğrafından örnek verebilir misin?

Berk: Bu söylediklerim tamamen kendimle alakalı durumlar. Aslında kendimle ilintili olarak keşfettiklerimi paylaşıyorum.

Fatih: Senin işlerinden büyüyen ve kamusal bir alanda duran bir şey oldu mu şu ana kadar?

Berk: Kasa Galeri’deki iş bence doğru bir yerdeydi. O seriden iki fotoğraf Yekhan Pınarlıgil’in Nilüfer Belediyesi’yle yaptığı sergideydi. Oradaki işler, bir noktada endüstri devrimini kabullendikten sonra Osmanlı tezahürlerinin inşa edilmiş olduğu bir mekânda, bir pancar deposundaydı. Onların işlenebildiği yer aslında tamamen endüstriyle alakalı ve bu serinin işleri de endüstriyle alakalı.

Fatih: Neler vardı orada?

Berk: Çaydanlık ve vantilatör vardı.

Fatih: Onlar daha da mı büyüktü?

Berk: Evet, oradakiler Kasa Galeri’dekilerden daha büyüktü.

Fatih: Duvar boyutlarında mı?

Berk: Üç metreye iki metrelerdi ve orada da buluntu nesnelerle sergilendiler.

Fatih: Sen mi kattın onları?

Berk: Deponun içine keşfe girdiğimizde yerinden oynatılamaz nesneler vardı. Mesela, yarım tonluk bir kütük ve hareket ettirilemeyecek hacimde bazı nesneler vardı. Bu nesneler zamanıyla oraya getirilmiş ve orada kalmışlar. Fakat içeri girdiğimizde bir sürü nesne vardı ve onların hepsi gitti mekânı açmak için. Sadece bu bahsettiğim şeyler hareket ettirilemedi ve benim fotoğraflarım da bu nesnelerin üzerinde sergilendi.

Fatih: Yani sadece çıkarılamayacak nesneler kaldı ve çıkarılamayacakları için onlarla bir ilişki kurmak da seni üzmedi.

Berk: Evet, çünkü buluntu nesnelerle yaptığım bir seriyi, sergi mekânında bulduğum nesnelerle yapmayı tercih ettim.

Fatih: Evet ama bunlar mecburen bulduğun nesneler. Çıkarılan nesnelerden de kullanmak istediğin olabilirdi. Bununla ilgili ne yaptın?

Berk: Evet olabilirdi ya da serginin farklı bir yerde yapılmasını ön görebilirdik.  İlk başta aklımdaki kurgu başkaydı fakat en sonunda buna karar verdik. Mutlu da oldum.


gurultusuz-patirtisiz-bir-queer-yorumlama-berk-kir-ile-soylesi

Berk Kır, Plastik Tepeciklerin Ardında IV, 2022.



Fatih: Anladım. Nesnelerin dayatması değil daha ziyade senin onlarla mutu olman söz konusuydu burada.

Berk: Yani o mekândan o nesneler çıkmasaydı, belki daha farklı yorumlanırdı ve o alan daha farklı kullanılırdı.

Fatih: Yani nesnelerin sana bir şey hatırlattığı gibi nesnelerin orada bulunarak kendilerini dayatması da ilginç olabiliyor anladığım kadarıyla. Onların orada bulunma halleriyle kavga etmek değil, ilişki kurmak senin istediğin.

Berk: Karşılaşma alanındaki ruh halimi önemsiyorum. Bir güne nasıl başladığım, o günü nasıl geçireceğime dair ipuçları veriyor. Mesela bazen kendimi sokakta kendimi bir renge yakın hissediyorum. Kendimi o gün sarı tona yakın hissediyorsam, o gün üstünde o renk olan insanların yolundan gidiyorum.

Fatih: Senin için bu derece yöneltici faktörler var yani.

Berk: Tabii ki. O günü aslında irade olarak kendim karar versem de karşımdaki insan yönetiyor. Ben ona bağlıyım. O insan eğer kahveciye giriyorsa, o yoldan sonra başka bir yoldan devam ediyorum ama oraya kadar onun aracılığıyla gelebiliyorum. Öyle ufak oyunlarım var şehir içinde.

Fatih: Bunların hepsi kurmacayla ilgili. Biraz yazıyla da ilgili, edebi yönü olan şeyler. Bu da ilginç.

Berk: Dediğim gibi bir şeyi imgelemektense, ben denk gelişimi bir işin çıkış motivasyonu olarak alıyorum ve işlerim en azından bu zamana kadar bu minvalde ilerledi. Bu, kırılabilir, dönüşebilir, evrilebilir çünkü benim için hayatta her şeyin potansiyeli var ve potansiyeli olan bir şeyi gerçeklikten daha üstün ve daha güçlü görüyorum.

Fatih: Anladım. Özellikle onu sen seçmiyorsun, karşına çıkıyor. Karşına çıkanlar arasında ilgini çekenler oluyor.

Berk: Bir denk gelme hali üzerine kurulu. Akışın içerisinde kendi halinde gelişen ve benim rastgeleleği özümsemem üzerine kurulu bir süreç bence bu. Bu yüzden fotoğrafı da bir süreç olarak görüyorum. Fotoğraf yapmak diyorum çünkü orada benim için bir süreç var.  Fotoğraf o noktada belki de bir aracı haline geliyordur.

Fatih: Başka materyalleri yan yana getiriyorsun fotoğrafta. Hava balonları gibi bir şey mi var?

Berk: Evet var.

Fatih: Böyle şeyleri de seviyorsun sanırım.

Berk: Bunun çıkış noktasına baktığımızda da benim kendimle ve etrafımdaki süreçlerle ilgilenmem vardı.  Pandemide kargo kullanmak durumundaydım. Gündelik hayatta çok kargo kullanmayı tercih etmem. Biraz daha açmam gerekirse, benim yapabileceğim bir şeyin bir başkası tarafından yapılmasından hoşlanmıyorum.

Fatih: Sanırım kontrol etmeyi seviyorsun. Yaptığın işlerde de bu kontrolü seviyor musun? Son kararı sen vermek istiyorsun anladığım kadarıyla.

Berk: Bir başkası da verebilir. O esnekliğimi tabii ki de var.

Fatih: Ama sen ve nesne versin daha çok tercih ediyorsun.

Berk: Tabii

Fatih: Yani bir otoriteden ziyade, kararı sen ve o nesne arasındaki ilişki versin istiyorsun.

Berk: Evet. O denk gelişin doğurduğu şeyle benim tanışmam önemli. Eve gelen kargolar noktasında da pandemide kendi alanımdaydım ve eve gelen dışarıya ait olan bir nesne vardı. Kargo paketlerinin benimle bir ilişkisi yoktu, sadece bir aracı ve bir şeyi korumak üzerine kurguluydu. Kargolardan çıkan o hava balonlarını biriktirirken çok fazla plastik atığın olmasından da rahatsız olmuştum. Böylece pandemiden önce çekmiş olduğum fotoğrafları, pandemi aracılığıyla hayatıma giren nesnelerle kaplamış oldum ve bir yüzey gerilimi ortaya çıktı. O yüzey gerilimi de pandemiden önce çekmiş olduğum fotoğrafları işgal ederek onları bulanıklaştırdı. Pandeminin benim hayatımda böyle bir etkisi vardı ve onun görsel temsili olarak bu işler ortaya çıktı.

Fatih: Bu biraz romantik bir açıklama oldu. Ben çektiğin fotoğraflara başka bir malzeme yanaştırmak istediğini, fotoğrafın sadece içindeki malzeme değil, aynı zamanda dışındaki malzeme de etkili olduğunu düşünmüştüm.

Berk: Kesinlikle olabilir. Pandemiden önce nesneler fotoğrafın bir parçasıydı. Pandemiyle beraber nesneler hayatımı da fotoğrafları da işgal etmeye başladılar.

Fatih: Dışarıdan, ya da başka bir yerden.

Berk: Evet, tam da öyle bir yerden.

Fatih: Anladım. Buradan eksiltmeli fotoğraflarına da geçebiliriz gibi hissediyorum. Yeni yapmakta olduğun şeylere. Bir bağlantı var mı?

Berk: Doğrudan kurduğum bir bağlantı yok ama günün sonunda bakışlar üzerinden bakıp taraf olmaktan ziyade, objektifliği ele aldığımda, nesnelerin bir araya gelmesi bakımından çoğaltmacı olduğumu görüyordum.

Fatih: Eski yöntemini mi kastediyorsun?

Berk: Evet. Ankara’da denediğim ve Hilton’da sergilenecek olan işler eksiltmeci oldular. Eksilterek çoğalttığım bir yöntem oldu.

Fatih: Teknolojik yöntemler, ya da Ankara’nın sana çağrıştırdığı yöntemler fotoğrafın içine girdiler.

Berk: Evet. Genel anlamda içinde bulunduğum süreçlerin, fotoğrafa etki etmesi derken de tam olarak böyle şeyleri kastediyorum. Çünkü bulunduğum alandaki, bulunduğum mekandaki koşul neyse ben onu dönüştürüyorum ve fotoğrafı da bir dönüştürücü, belki de bir katalizör olarak görüyorum bu anlamıyla.

Fatih: Fotoğraf dışında bir şeyler yapmak, üç boyutlu yerleştirmeler yapmak gibi şeyler de aklına geliyor mu? Yoksa, fotoğrafla daha mı kökten bir ilgin var?
Berk: Fotoğrafı bir kenara bırakıp sadece yerleştirmeyle de ilgili olabilirim ama buna çok yakın değilim. Ben bunu yapıyor olsam da fotoğraf, bunun hep bir parçası olur gibi hissediyorum. Fotoğrafı bir çatı kavram olarak kullanıyorum bunu söylerken. Yerleştime, bu şemsiyenin altında.

Fatih: Yerleştirme ya da üç boyutlu bir şey yapmaya gerek yok. Fotoğraf zaten bunu da kapsıyor dediğini düşünüyorum. Fotoğraf, kendisi itibariyle bunu kapsayan bir yöntem diyorsun gibi geldi bana.

Berk: Fotoğrafla o yerleştirmeyi ayırıp belki yerleştirmeyi de bir gün üstüne düşünülebilecek bir mesele haline getirebilirim ancak fotoğrafın kendisini bir yerleştirme olarak kabul edip, onu mekânsal hacimlerde, belli yerlerde, zeminde, havada, boşlukta kullanma duruşundan yanayım.

Fatih: Anladım, fotoğraf zaten kendi içerisinde bu yerleştirme fikrini kapsıyor diyorsun. İster perspektifiyle olsun ister nesnelerin yan yana gelmesiyle olsun.


gurultusuz-patirtisiz-bir-queer-yorumlama-berk-kir-ile-soylesi

Yekhan Pınarlıgil Küratörlüğündeki ''Yukarı Bak Sınırlı Coğrafyanın Yıldızlı Ufukları'' Sergisinden Yerleştirme Görüntüsü



Berk: Evet, sizin söylediğiniz şekliyle kesinlikle var. Onun dışında bir fotoğrafın içerdiği anlam değil de bir mekânda bulunma biçimiyle de yerleştirme kastettiğim.

Fatih: Anladım. Fotoğrafın bir de yerleştirilme potansiyeli var. O da fotoğrafın anlamını besleyen ve bazen tamamen de yapan bir şey.

Berk: O imkanları da keşfediyor ve onun üzerine ilerliyor olmak, fotoğrafın basıldığı malzemenin çeşitliliğini keşfetmek, deneyebilmek gibi şeyleri heyecan verici de görüyorum. Fotoğrafa ben bundan 11 yıl önce, 14 yaşındayken başladım.

Fatih: Peki nedir esas eğitimin?

Berk: Ben Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Tarihi mezunuyum. Yüksek lisansım da Kadir Has Üniversitesi’nde Kültür Varlıklarını Koruma Programı’nda devam ediyor.

Fatih: Bütün bu eğitimin fotoğrafa bakış açında bir etkisi oldu mu?

BERK: Sanat tarihi gözün terbiye edildiği bir disiplin. Bence hayatta yaptığım her şeyin bir etkisi var, tıpkı bu sohbetin de olabileceği gibi. Bu etkilerin ne zaman ortaya çıkacağını söyleyemem ama bir gün ortaya çıkabilir. Bundan 11 yıl öncesine gittiğimde, lisemin ilk yılında Japon turistlerin ellerinde yarı kompakt, gümüş renginde makineler vardı. O kamerayı ben çok uzun süre kullandım. O kamera aslında eniştemin benzinlikten kuponlarla aldığı ve bana hediye ettiği bir şeydi. Çok dolaylı yollarla hayatıma girmiş bir cihazdan bahsediyorum. Onu dört yıl boyunca kullandım. Üniversiteye geçtiğim ilk yıl benim kendi kameram oldu. Yarı profesyonel seviyede Canon’un dijital bir kamerasıydı. Son zamanlara kadar yaptığım bütün işleri de o kamerayla yaptım. Bir süredir farklı bir model kamera kullanıyorum. O ufak kamerayı kullanmak benim için aslında bir bakışı keşfetmekle de alakalıydı. Çünkü taşınabilir ve avuç içi kadar olduğu için her yere kolaylıkla gidebiliyordu. Orada diğer fotoğrafçılık kulübünde yer alan insanların çektikleriyle benim çektiklerime baktığımız, karşılaştırma ve kritik yaptığımız zaman bu keşfettiğim bakışı görebiliyordum. Üstüne liseden sonra sanat tarihi okumak da benim hem kendimi hem etrafı keşfetmem arasında bir filtreydi.

Fatih: Bunun, sanat tarihinin sana verdiği bir esin olduğunu düşünüyorsun sanırım. Örnek verebilir misin buna dair? Sanat tarihinde bu yönteme, bakışa yakın birileri dikkatini çekti mi?

Berk: 1917 yılındaki o mekânın içerisindeki pisuarı görmek beni etkiliyor çünkü orada kullanım pratiklerinden sıyrılan bir nesne var. Duchamp hakkında esasen heyecanlandığım konu Rrose Séllavy adını verdiği bir alter egosunun olması ve bazı günler ona dönüşmesi. Sanatçıların aslında hayatını tanımaya imkân vermesi açısından da heyecan verici bir alan sanat tarihi. Bu anlamda mesela Joseph Beuys’un da kaza geçirmesi ve tedavi edilme sürecinde ilişkilendiği nesnelerle iş üretmesi, onun performatif yaklaşımı, bedenini mesele haline getirmesi hoşuma gidiyor. Biraz da tek bir yere bağlı olarak etkilenmektense, tavır olarak etkileyici buluyorum.

Bir hata oluştu. Lütfen sonra deneyiniz.
E-posta bültenine başarı ile kayıt oldunuz.