Ankara Queer Sanat Programı

Queer Arzuyu, Romantizmi ve Erotizmi Kutlayan Davetkâr Bir Bahçe

30/05/2022

Şafak Şule Kemancı ile Söyleşi

Nergis Abıyeva



her-vulva-resmi-renkleriyle-ve-bitki-cesitleriyle-ayri-birer-karakter-oldu


Şafak Şule Kemancı, İsimsiz, 2021, polimer kil ve ayna, 18cm. 


Nergis Abıyeva: Sevgili Şafak, 17 Haziran – 1 Ağustos 2021 tarihleri arasında Sınır/sız ekibinin küratörlüğünde Depo’da gerçekleştirdiğin “Bütün Kuşlar Benim Bahçeme Gelir” başlıklı ilk kişisel serginle dikkatimi çekmiştin. Heralde sanat tarihçi olduğum için, işlerinin sanat tarihsel bağlamları ve göndermeleri özellikle ilgimi çekmişti, bu nedenle söyleşimizi buradan başlatmak istiyorum. Örneğin yılanların, bahçelerin içindeki iki kadın bedeninin yer aldığı, “Adem ile Havva” temsillerini (Yılanın Havva’nın, kadınlığın, kadınlığa atfedilen pek çok özelliğin temsili olarak sunulduğu yapıtlar) aklıma getirdiği için “Havva ile Havva” diye adlandırdığım çalışman. Serginin başlığı olarak Küçük İskender’den ödünç aldığın “Bütün Kuşlar Benim Bahçeme Gelir” dizesi ve sergindeki görsel imgelem de, Hieronymus Bosch’un “Dünyevi Zevkler Bahçesi” resmini çağrıştırıyor. Bosch’un bugün çok meşhur, dönemi içinse radikal olan resmiyle senin işlerin arasında kendiliğinden, organik ilişkiler seziyorum. Seninki queer jestlerin, ihtimallerin, deneyimlerin gezindiği bir bahçe gibi.

 

Şafak Şule Kemancı: Sergiyi kurarken biz de “Havva ile Havva” deyip gülümsemiştik. Yılan bu heykelde üçüncü sevgili. Son yıllarda gördüğüm yılanlı rüyalardan yola çıktım aslında; sergiyi hazırlarken yılan sembolizmi üzerine hiç düşünmemiştim. Hatta yılanın İncil’deki günaha davet etme rolünü bile unutmuşum... Bosch’un “Dünyevi Zevkler Bahçesi” dediğin gibi her ne kadar günümüzde çok meşhur ve referans olarak biraz fazla kullanılan işlerden biri olsa da, etki alanına girmemek mümkün değil. “Bütün Kuşlar Benim Bahçeme Gelir” sergisinde queer arzuyu, romantizmi ve erotizmi kutlayan davetkâr bir bahçe hayal ettik. Bütün kuşlar gerçekten geldi bu bahçeye. Hem açılış günü, hem sonrası hep coşkulu geçti. 

 

NA: İmgelerin tekrarlanması, “kitsch"in de sahiplendiği bir görsel ifade biçimi. Zaman zaman aşağılanarak “illüstratif” denilen ve Walter Benjamin’e referansla söylersek imgenin “biricik”liğini yücelten modernist estetiğin de tam olarak karşısında duruyor aslında. 1970’lerde başlayan kitsch estetiğinin queer sanatla ilişkisi senin pratiğinde de karşımıza çıkıyor.

 

ŞŞK: Kitsch estetiği hem queer kültürle olan bağı, hem konumlandığı sınıfsal alan, hem de sırf görsel olarak oldum olası çok seviyorum. Bir kitsch obje alınacaksa üç tane alırız mesela, yoksa annem ve kardeşimle aramızda kavga çıkabilir, hırsızlık yapılabilir, kalpler kırılabilir! (gülüyor) Walter Benjamin gözlemciyle kitsch nesne arasında kritik bir mesafe olmadığından ve böylece entelektüel bir çaba sarf etmeden anlık duygusal bir tatmin sunmasından bahsediyor. Bu yönden bakarsak işlerimde hem görsel olarak hem de hissel olarak herkes -kim olursa olsun- için ulaşılabilir olmalarına önem verdiğim için kitsch elementler olabilir. Ama işlerin herhangi bir akımdan ziyade; başka bir dünyaya ait olmalarını ve bize çok derindeki kişisel bir yerden tanıdık gelmelerini isterim.


her-vulva-resmi-renkleriyle-ve-bitki-cesitleriyle-ayri-birer-karakter-oldu


Şafak Şule Kemancı, vulva serisi, isimsiz 01, 2021, cam altı akrilik, 50x70 cm 


NA: Vulva işlerinle devam edelim. Burada doğada fark ettiğin formların, çiçeklerin, bitkilerin vulvalara dönüştüğü bir estetik söz konusu. Daha önce kaleme aldığım bir yazıda bitkilerin açmasının, çiçeklenmesininin vs. vulva, vajina, klitoris gibi cinsel organları düşündürdüğünden söz etmiştim ve çiçeklerle cinsel organlar arasında kendiliğinden, doğal benzerlikler olduğunu belirtmiştim. Georgia O’Keeffe’nin (1887-1996) çok iyi bilinen resimleri mesela. O’Keeffe söz konusu resimlerinin yalnızca çiçek resimleri olduğunu söylemişse de, bu resimlerin aynı anda hem çiçek hem de cinsel organlar olma ihtimalini bünyesinde taşıdığını düşünüyorum. Bu ihtimali de tam olarak doğadaki benzerlikler üzerinden kuruyorum. Sen bu konuyu ekoseksüelizm üzerinden nasıl ele alıyorsun?

 

ŞŞK: Ekoseksüelizm Elizabeth Stephens and Annie Sprinkle’ın oluşturduğu bir kavram. İlk duyduğumda doğayı sürekli bize bir şeyler veren ve bu verici yapısının üstünde çok durmadığımız bir anne figürü yerine, bir paylaşımda bulunduğumuz ve bir parçası olduğumuz bir sevgili olarak görme fikri çok hoşuma gitmişti. Bitkilere, ağaçlara, hayvanlara, denizlere ve taşlara baktığımda sevgiliye duyulan hayranlığa ve bilinmezin heyecanına yakın hisler yaşayabiliyorum.  Aslında geriye dönüp baktığımda tüm ilhamımı doğadan aldığımı fark ettim. İlk vulva işimi kendi vulvamın renklerinden birebir örnekler alarak yapmıştım ve aslıda o iş tek olacaktı ama Ozan’ın (Ünlükoç) önerisiyle arkadaşlarımın ve partnerimin vulva renklerini yine birebir kopyalayarak bir seriye dönüştüler. Her vulva resmi, renkleriyle ve bitki çeşitleriyle ayrı birer karakter oldu.


 

NA: İlgilendiğim bir başka kavramı daha senin işlerinde buluyorum: Horror vacui yani boşluk korkusu. Görsel sanatlarda bir sanat eserinin tüm yüzeyini ayrıntılarla doldurmak anlamına gelen bu kavram, literatürde Viktoryan Dönemi’nde üretilen işleri ya da İslam estetiğini tarif etmek için kullanılmış. Duvar resmi yapman, yüzeyleri kullanma biçimin vs. boşluktan çok istiflemeyi yeğleyen bir estetik oluşturuyor.

 

ŞŞK: Bu kavramı ilk defa duyuyorum. Bir yanıyla Aristoteles'in "doğa boşluktan nefret eder" fikrini yansıttığını okudum ve haminnemin elbiseleri geldi aklıma, bence o da boşluktan nefret ediyordu. (gülüyor) İşlere dönecek olursak izleyiciyi renkle ve desenle büyülemek, hatta baştan çıkarmak istiyorum. Biraz mitolojideki su perilerinin büyüsü gibi… Desen burada biraz hipnotize edici ve baştan çıkarıcı bir rol oynuyor bence.

 

NA: Queer teoride beslendiğin kaynakları da konuşalım mı?

 

ŞŞK: Oscar Wilde’ın sanata olan bakış açısından oldum olası çok etkileniyorum. Mesela hayal gücüne, özgür ifadeye ve özellikle “güzelliğe” verdiği değer... Son zamanlarda ise Alok Vaid-Menon ve Leah Lakshmi Piepzna-Samarasinha’nın yazıları beni çok heyecanlandırıyor. 


her-vulva-resmi-renkleriyle-ve-bitki-cesitleriyle-ayri-birer-karakter-oldu


Şafak Şule Kemancı, isimsiz, 2021, polimer kil 14x27 cm

 

 

NA: Senin pratiğinde malzeme hiyerarşisi olmadığını gözlemlemek mümkün. Bir söyleşinde de polimer kil gibi hobi malzemelerini çok sevdiğini söylüyorsun. Hatta bu söyleşide eskiden tuval üzerine yağlıboya resim de yaptığını ama bu malzemenin sana göre olmadığın ı ekliyorsun. Bunu özellikle belirtmen ilgimi çekti, çünkü tuval üzerine yağlıboyanın akademik ve bir bakıma eril bir malzeme olduğunu düşünüyorum. Malzeme tercihlerinin belki aldığın eğitimle de ilgisi olabilir ancak queer jestlerin, erotizmin, temasın yer aldığı akışkan, geçirgen ve özgür bir imge dünyası yaratma isteğinle daha ilintili gibi geliyor bana.

 

ŞŞK: Malzemenin sınıfsal ve cinsiyet bazlı hiyerarşiye gönderme yapabilmesi benim de çok ilgimi çeken bir konu; bu yüzden kullanmak istediğim malzemeyi seçerken her ne kadar sadece sanattaki erilliğe ve burnu büyüklüğe inat olsun diye yola çıkmasam da kafamın bir kenarında bu hep var. Hobi malzemelerini sevme sebeplerimden biri de bu diyebiliriz. Mesela seramik çok sevdiğim bir malzeme ama son zamanlarda özellikle seramik yerine polimer kili seçme nedenim senin de dediğin gibi bu tür malzemelerin özgür bir imge dünyası yaratmaya daha çok alan tanıması. Seramik gibi kadim bir malzemenin hem sınıfsal bir tarafı var hem de bize geçmişten çok şey söylüyor. Fakat polimer kil gibi bir hobi malzemesinin geçmişi çok kısa ve dolayısıyla yüklenebilecek anlamlardan daha bağımsız. Fakat yine de işlerimin “domestik" olmasını istemiyorum. Kadınların yıllar boyu evde yaptıkları işlemelere, örgülere gönderme yapmak istemiyorum. Malzemeyle ilişkimi böyle bir yerden kurmuyorum.

 

NA: Sen bir yandan da uzun yıllardır çeşitli hassas gruplara ve son 6 yıldır da göçmen kadınlara elişi eğitmenliği yapıyorsun. Bu profesyonel işle sanatçı olarak üretimin arasındaki paslaşmalar nasıl?

 

ŞŞK: Göçmen ve mültecilerle çalışmak kendi küçük baloncuğumdan çıkmamı ve başka gerçekliklerle sürekli yüzleşmemi sağlıyor. Yıllardır birlikte yaratıcılığımızı kullanarak bir şeyler üretmek ve bilgi paylaşımında bulunmak da karşılıklı olarak enerji verici oluyor tabii.


her-vulva-resmi-renkleriyle-ve-bitki-cesitleriyle-ayri-birer-karakter-oldu


Esra ve Özge, 2020, dijital baskı duvar kağıdı, boyutlar değişken 


NA: Türkiye’deki LGBTİ+ örgütlenme deneyimlerinden gelen bağımsız aktivist/sanatçılar İlhan Sayın, Ozan Ünlükoç ve Metin Akdemir’den oluşan Sınır/sız ekibinin küratörlüğünde ilk kişisel sergin bu yıl Depo’da gerçekleşti. Kolektif bir şekilde giriştiğiniz bu ilk solo sergi sürecinin senin için nasıl olduğunu da merak ediyorum.

 

ŞŞK: İlhan, Ozan ve Metin hem çok sevdiğim arkadaşlarım hem de daha önce birlikte çalışmıştık. Kişisel sergi onların fikriydi ve ben de hiç düşünmeden kabul ettim. Bu sürecin kolektif bir şekilde ilerlemesi ilk kişisel sergim olduğu için bana çok iyi geldi. Aynı dili konuştuğumuzu, aynı şeylere heyecan duyduğumuzu çok hissettim. Bir iki kelimeyle anlatacak olursam çok iyileştirici ve ilerletici bir deneyimdi.

 

NA: Ankara Queer Sanat Programı kapsamında Eylül-Ekim aylarında Ankara’da kaldın. Bu süreç nasıldı senin için, üretimini nasıl etkiledi?

 

ŞŞK: Ankara’nın sakinliğinden etkilendim, daha önce çok kısa bir iki gezi yapmış olsam da orada ilk kez uzun bir süre kaldım. Şehirde entelektüel bir hava var, insanı düşünmeye sevk ediyor. Aynı zamanda çalıştığım için gidip gelmeli oldu ama orada kaldığımda çok az sosyalleştim, durdum, düşündüm, yürüyüşe çıktım…Pek çok konukevi bir çıktı görmek istiyor, burada böyle bir beklenti yoktu. Sanatçının kafa dinlemesinin ya da iyi vakit geçirmesinin de iş üretmek için bir ihtiyaç olduğunu belirtmeleri çok rahatlatıcıydı. Bir de serginin yoğunluğundan sonra böyle dinlendirici bir zaman geçirmek çok iyi geldi.

 

Yine de bu süreç küçük bir sergiye evrilecek gibi duruyor. Ankara’da üniversiteye giden, orada 1973’te henüz 25 yaşındayken vefat eden eşcinsel bir şair var: Arkadaş Zekai Özger. Oradayken Arkadaş’ın şiirlerini okudum, kendisini araştırdım, “Merhaba Canım” belgeselini izledim. Arkadaş’ınki çok hüzünlü bir hikaye tabii ve ben de Ankara’yı Arkadaş’la beraber geçirmişim gibi hissediyorum. Ona adadığım, şiirleriyle ilişki kurarak, belki tek işlik bir sergi düşünüyoruz.

 

 

 

Bir hata oluştu. Lütfen sonra deneyiniz.
E-posta bültenine başarı ile kayıt oldunuz.