Ankara Queer Sanat Programı

“aile oluşun çatlayan kalıpları”: Asya Leman ile Söyleşi

12/03/2022

“aile oluşun çatlayan kalıpları”: Asya Leman ile Söyleşi

 

Gözde İlkin

 

Ankara Queer Sanat Programı’nın daveti ile işlerini, üretim sürecini tanıma imkanı bulduğum Asya Leman’a paylaşımları için, ve buluşmaya vesile olan Aylime Aslı’ya çok teşekkürler. Asya Leman, üretim ve biriktirme sürecinde aile oluşun çatlayan kalıplarını, ev içi ve dışında yaratmaya çalıştığımız güvenli alanları ve sesimizi duyurmanın farklı formlarını kurcalıyor. Kişisel hikayelerini queer sesler ve formlar eşliğinde çoğalttığı Aile Cüzdanı (2020) ve Hükmü Yok (2018) adlı video işleri çevresinde gezinen bir sohbet gerçekleştirdik.


                   aile-olusun-catlayan-kaliplari-asya-leman-ile-soylesi

 


Üretim pratiğini nasıl tanımlarsın? Video görüntü ve ses ile çalışmaya ne zaman başladın, ilk tetikleyici etmen veya soru neydi?

 

Video görüntü ve ses ile çalışmam İstanbul Bilgi Üniversitesi Fotoğraf ve Video bölümünde aldığım eğitimle beraber şekillendi. Şimdiden o döneme baktığımda üretim pratiğimi de etkileyen en önemli faktör imkansızlıklarmış gibi geliyor. Bunun bir tarafında o dönemde yaşadığım ekonomik imkansızlıkların getirdiği bir eylemsizlik hali diğer tarafında bir nevi sınıf öfkesiyle birleşen sıyrılma, “kendini kurtarma” duygusuyla gelen bir üretim hali vardı. Bu anlamda bir konuya odaklanarak onun etrafında bir araştırma yapmaktan ziyade uzunca bir süre kendimi içinde olduğum, çokça debelendiğim, kendimi günübirlik veya dönemsel olarak taşan duygulanımların kucağına saldığım deneyimlerin ardından gelen bir patlama şeklinde bir üretim pratiği diyebilirim.

 

Örneğin, yüksek lisans bitirme projesi olarak ürettiğim Hükmü Yok (2018) ismindeki kurmaca-belgesel türündeki kısa filmin ortaya çıkması da öyle oldu. Filmde trans özneler merkezde ve kamusal alandaki görünürlük bağlamında, gündelik hayatta sık sık maruz kalınan psikolojik şiddet olarak tanımlayabileceğimiz karşılaşmalar anlatılıyor. Bu filmin ilk tetikleyicisi açıkçası annem oldu. İstanbul’a beni ziyarete geldiği bir dönemde İstiklal Caddesi’nde birlikte yürüyüşe çıkmıştık, yanımızdan geçen bir transı bana gözlerini belerte belerte işaret ettiği bir an oldu. O an ona duyduğum öfkeyi tarif edemiyorum. Çünkü o bakışla, o işaret etmeyle, o hayretle ve belki de dalga geçme haliyle aslında bir şekilde beni de yargılıyordu. Bu yüzden protagonist Burçak film boyunca İstanbul sokaklarını varoluşundan duyduğu büyük bir hazla, neşe içinde ve özgüvenle dolaşır. Filmin sonunda da bir trans bayrağı uzunca bir süre ekranda kalır.

 

                    aile-olusun-catlayan-kaliplari-asya-leman-ile-soylesi

 


2019 yılında katıldığın Hakikat Adalet Hafıza Merkezi tarafından düzenlenen Aşikar Sır sergi sürecinden ve gösterdiğin kaybedilenlerin alındıkları yerleri gösteren video çalışma süreci nasıl başladı? Burada kaybedilen, boşaltılan alanı tanımlarken biriktirdiğin görüntüler nelerdi?

 

Esasen bu süreç Hakikat Adalet ve Hafıza Merkezi’nin 2017’de yaptığı bir çalıştayda Anıl Olcan’ın zorla kaybedilenlerin vesikalık suretlerini mermer taşlara basarak ürettiği işle tanışmamla başladı ve kolektif olarak ilerledi. Hafıza Merkezi’nin Gözaltında Kayıplara Karşı Uluslararası Mücadele Haftası etkinlikleri kapsamında bu işle beraber bir sergi oluşturulması fikri gündemdeydi. Hafıza Merkezi’nden İletişim ve Savunuculuk Koordinatörü Kerem Çiftçioğlu, Anıl Olcan ve ben bir araya geldiğimizde zorla kaybedilenlerin isimleri ve yüzleri konusundaki hafızamızı tartarken bu kişilerin kaybedildikleri mekanlarla ilgili bir belleğin olmadığını fark ettik. Hafıza Merkezi’nin arşivlediği veri tabanında İstanbul’da kaybedilen insanların “alındığı” yerlerin gündelik hayatta sık sık geçtiğimiz yerler olduğunu gördüğümüzde şekillenmeye başladı. Anıl’ın ürettiği bu mermer taşların bir anıt niteliğine bürünmesinden kaçınarak, bu taşları heykel ya da anıt olmaktan çıkarıp, olmayan mezar taşlarına değil, o mekanları mimleyen birer hafıza taşlarına dönüştürmeye çalıştığım bir kurgu çalıştım. Bu anlamda bu mekanları çerçevelerken sanki zihinsel bir haritayı çiziyormuşçasına tabelaları kadraja dahil ederek, mekanları hafızaya kazıyabileceğimiz yönergeler oluşturmayı denedim.

 

 

                    aile-olusun-catlayan-kaliplari-asya-leman-ile-soylesi



Ankara Queer Sanat Programı’nda çalışmalarında bir anlamda söküme uğrattığın bürokratik yapının merkezinden ürettiğin, düşündüğün bir zaman geçirdin. Programa başvururken belirli bir proje, fikir var mıydı? 

 

Ankara Queer Sanat Programı’na başvurduğum süreç, TAPA’nın da açık çağrısını yaptığı dönemle aynı zamana denk geliyor. Tam o sırada Aile Cüzdanı projesi üzerine çalışıyordum ve Ankara Queer Sanat Programı’na da başvururken bu üretim sürecinden biraz bahsettim. Lakin beni AQSP’na başvurmaya esas motive eden şey o çok cılız bulduğum sesimi duyabileceğim bir alanın bana tanınması oldu. Böyle olunca da Ankara’ya kafamda şekillenmiş bir fikirle gitmedim. Oradaki sürecim daha çok yarım bıraktığım ya da “bu ne ki şimdi?” diyerek kendimi de değersizleştirdiğim üretimlere geri döndüğüm, onları yeniden ele aldığım şekilde gelişti. Onlar da dijital data olarak saklayabildiğim ya da kaydettiğim görüntülerden ibaret olanlar. Bundan öte üretimlerimde daha çok kişisel arşivlerime daldığımdan -ki bunlar genellikle resmî belgeler, aile albümleri, günlükler, tutulan notlar gibi materyaller oluyor, o pratik daha çok kendi güvenli alanım içerisinde gerçekleşebiliyor.

 

Ankara Queer Sanat Programı’na yeni bir proje ile başvurmaktan çok tam da queer oluşun farklı formalara açılmasına vesile olan tamamlanmamış, bir anlamda çuvallamış fikirlere geri döndüğünden bahsettin. AQSP’nda çalışma sürecinde odaklandığın, tamamlamayı tercih ettiğin işler, fikirler nelerdi? Bekleyen, uyuyan fikirler yeni karşılaşma ve sorulara vesile oldu mu? Bu programın bir getirisi olan görünürlüğün dışında, şehirde ve programda geçirdiğin zaman üretim ve çalışma pratiğini nasıl etkiledi?

 

Tamamlanmış bir şeyden bahsedebilir miyim emin değilim. Sanırım tam da senin ifade ettiğin anlamıyla “çuvallamış” fikirlere ve işlere olan bakış açımın değişmesi diyebilirim. Düzensiz aralıklarla ürettiğim işlerin bölük pörçük hikayeler olmadığını, bazı fikirlerin birbirleriyle bağlantılarını keşfettiğim bir süreç oldu. AQSP’nda geçirdiğim zamanın TAPA’da deneyimlediğim süreçten tamamen tezat olması ilginçti. TAPA’daki çok seslilik ve kolektif yaşama hali esnasında kaydettiğim ses ve görüntülere, Ankara’da sağlanan yaşam alanında alabildiğine tekil ve içedönük bir yerden bakabilme olanağım oldu. Bu anlamda bu iki tezat deneyim birbirini tamamlamış da oldu. Her iki süreçte ortak olan ve çalışma pratiğime doğrudan etki ettiğini düşündüğüm şey ise konfor alanından uzaklaşma ve rutinleri bozma hali… Bu rutinden çıkma ya da onu sekteye uğratma hali, özellikle son 4 yılda kaydettiğim hareketli görüntülere ve fotoğraflara farklı bir gözle bakmama neden oldu. 4 sene önceki bir kayda şimdinin gözleriyle baktığımda bu görselleri manipüle etme olanakları üzerine çok düşündüm. Genellikle ürettiğim videolarda gerilla usulü çekim teknikleri kullandığım ve bu anlamda konuya daha belgeselci bir gözle yaklaştığım için, manipüle etme fikri benim için çok yeni ve beni heyecanlandıran bir bakış açısı… 

 

                    aile-olusun-catlayan-kaliplari-asya-leman-ile-soylesi

 

Kimlik meselesini, üretimlerinde farklı sesler, hikayeler ve yaşamsal motiflerle aktarıyorsun. Bu çoğul sesler arasında kendini, kimlik hissini ve biçimlerini nasıl tanımlıyorsun?

 

Kimlik ve aidiyet meselesi benim için akışkan kavramlar. Daha doğrusu zamanla kimliklerle oynamayı sevdiğimi, bana atanmış kimlikleri reddederek bu kimliklerin sabitliklerini bozma arzusu duyduğumu fark ediyorum. Babadan, atadan gelmiş, toplumsal kriterlerin belirlediği kimliği nasıl ters yüz ederim, bununla nasıl oynarım gibi soruları sormak zaten kaçınılmaz gibi geliyor. Bu anlamda kendimi de bir takım “hallere” sokarak o halin içinden dışarıya doğru bakarak kimlik ve aidiyet duygumu sorguluyor olabilirim. Bunun en çok ayyuka çıktığı üretim de Aile Cüzdanı (2020) yerleştirmesi oldu. Bana atanan kadın kimliğiyle resmi bir evlilik yapmam, “evli bir kadın” olma halinin bürokratik ve toplumsal işleyişine durumun içinden bakarak bunu söküp yeniden dikme eylemine dönüştü.

 


                    aile-olusun-catlayan-kaliplari-asya-leman-ile-soylesi

 

Hükmü Yok adlı video çalışman, kulaklığını unutan ve geri isteyen karakterin hikayesi ile açılıyor; bu unutuşu ve geri talebi bir duyulma ve varlığını duyurma olarak okudum.  Aile Cüzdanı adlı düzenlemede alışık olduğumuz resmi süreçleri sembolize eden damga sesinin, tekrarlarla bozularak nesnesinden uzaklaşması; bürokrasinin tanıdık sesinin yıkılışını dinliyoruz. Bu ritim bozukluğu üzerinden nasıl bir queer bir okuma yapabiliriz?  Üretimlerinde sesin görünür kıldığı, altını çizdiği alanlar, formlar neler?

 

 

Bu soru bana bilhassa çok ilginç ve heyecan verici geldi zira video işlerimde ses mefhumunun bu denli ön planda olduğuna dair bilgi bende bilinçli olarak sanırım mevcut değil. Biraz daha sezgisel gelişen bir durum gibi anlıyorum. Hükmü Yok filmi gerilla usulü, işe tamamen gönüllü olarak destek veren, ses ve görüntü kaydı konusunda profesyonel olmayan, 5 kişilik bir lubunya ekiple üretildi. Çekimi sırasında maruz kaldığımız bakışlar, sözü tacizler (bunlar daha çok bizim görünüşümüzle ve kimliğimizle alakalı bir yerden oluyor tabi), Gezi Parkı’nda geçen kısa sahneyi kaydederken parkın güvenlik görevlilerinin uyguladığı sözlü şiddeti hatırladığımda filmdeki anlatının bir duyulma talebi, varlığını duyurma olarak okunması kaçınılmaz.

Aile Cüzdanı düzenlemesinin video performansla beraber yerleştirmesi henüz herhangi bir mekânda gerçekleşmedi. TAPA süreci sonunda gerçekleştirdiğimiz “Tabiatımız” sergisinin son günü kaydettiğim bu performans/video bir yandan da AQSP sürecinde yeniden dönüp baktığım bir iş oldu. Videoda sesin bu denli ön planda olmasının bir sebebi yerleştirmenin bulunduğu mekânın akustiğinin etkisi. Performansı gerçekleştirirken de mekânın akustiğinden istifade etmek konusu bilinçli bir karardı. Lakin videoyu kurgulama aşamasına geldiğimde erk olanın, iktidarda olanın bürokratik araçlarla tasnif ettiği, vurduğu veya vurmaktan imtina ettiği onay damgasıyla bu tahakkümü nasıl da sistematikleştirdiğinin duygusu sesle birlikte kendiliğinden şekillendi. Ses ve eylemin tekrarıyla bir çeşit oyun düzeneği yaratma çabam vardı. Bu oyun öyle basit ve o anın kendisine tabi olan bir oyun ki, bir bebeğin dakikalarca “ce eee” yapılmasına gülmesine ya da bir çocuğun yetişkinlerle kurguladığı bir oyunda sürekli aynı şeyi tekrar etmekten sıkılmamasına benzetiyorum.

 

 

Aile Cüzdanı adlı çalışmanda ses, nakış ve fotoğraf kolajlarından oluşan çok dilli bir düzenleme sunuyorsun. Üretimlerindeki kesme, birleştirme, eksiltme ve çoğaltma eylemini queer direniş formları üzerinden nasıl yorumlarsın?

 

Aile Cüzdanı özel alanımda, kişisel arşivlerime daldığım pandeminin başladığı ilk haftalarda şekillenmeye başladı ve benim için bir anlamda bir çeşit cadı ayini gibiydi. Atmadığım ya da atamadığım ve belli bir yükle gelen resmî belgelerle baş başa kaldığım ve üzerinde o kadar çok şahsi bilgi olmasından mütevellit bir türlü çöp olarak niteleyemediğim, bu yüzden de bu kâğıt yığınıyla ne yapacağımı düşündüğüm bir haldeydim. Bu belgeleri tanınmaz hale getirmekle başlayan kesme, eksiltme eylemine bu belgeleri nakşetmeyi, birleştirip çoğaltmayı ekleyerek tüm o patriyarkal düzeneği -ki bu düzenekte bana en bariz gelen şey bürokrasinin cansız ve tekdüze biçemiydi- kadınsılaştırma çabasına dönüştü. Burada “kadınsılaştırmayı” iktidarın gözünde “erkek adama yakışmayacak ılıklıkta” diye üretilen dili bükme, onu ciddiye almama gibi bir yerden düşünebiliriz. Buradaki ilham Türkiye’deki LGBTİ+ hareketinin karşısına çıkan engelleri dönüştürebilme kudretinden geliyor. Polis dağılın dediğinde şehrin çeşitli yerlerine dağılarak manifesto okumak, toplum ibne dediğinde “velev ki ibneyiz” diye karşılık vermek, madem devlet bizi yürütmüyor, polisi peşimize katıp bizi koşturuyor o zaman kendi spor alanımızı yaratalım diyerek Queer Olympix gibi etkinlikler tertip etmek gibi direniş pratiklerinden gelen alaycı bir şekilde karşısına dikilme. Nam-ı diğer “gullüm”.

 

                    aile-olusun-catlayan-kaliplari-asya-leman-ile-soylesi

 

Farklı gruplar ile kolektif çalışmalar içerisindesin, iletişimde olduğun ağlar, kişiler üretim pratiğini nasıl etkiliyor?

Yeni bir oluşum olan Lub 28 süreci nasıl bir ihtiyaçla doğdu? Nasıl bir oluşuma vesile olacak?

 

İktidarın daralttığı kamusal alanlarımız ve sekteye uğrayan çalışma hayatlarımızla beraber sosyal ilişkilenmelerimizin şekli de değişti ve bu da farklı dayanışma pratiklerini kaçınılmaz olarak beraberinde getirdi. Bu bakımdan farklı grup ve kolektiflerle kesişmelerde üretim pratiğimiz dayanışma odaklı gerçekleşiyor diyebilirim.

Örneğin, pandemi sebebiyle ilk defa Taksim’e yürüyüş çağrısının yapılmadığı 27 Haziran 2020 Onur Yürüyüşü gününde bisikletlerimizle gerçekleştirdiğimiz Onur Sürüşü video eylemimiz… Eve kapanmaların sık ve uzun olduğu sıralarda belli saat aralıklarında yaya olarak değil ama bisikletli olarak dışarı çıkabilme durumu söz konusuydu. Biz de bu durumdan istifade etmek istedik ve bu kuralın etrafından dolaşarak Şişli/Kurtuluş’tan başlayıp Tünel Meydanı’nda son bulan bir güzergâh ile bir grup lubunya bisikletlerimizle bir Onur Sürüşü gerçekleştirdik ve bu video eylemi kaydettik. Hem çok güçlendirici hem de birbirimizle kurduğumuz bağı sıkılaştıran bir deneyimdi. Bunun peşi sıra başka lubunyalarla da birlikte projeler üretme konusunda çok sık bir araya geldiysek de hayatta kalmak için yapılan önceliklendirmeler dolayısıyla gerçekleştiremediğimiz ya da yarım bıraktığımız üretimler oldu. Tam bu noktada birbirimizin ihtiyaçlarını dinleyip, birbirimizi gözetebildiğimiz ve fikirlerimizi hayata geçirebileceğimiz bir üretimhane kurma tahayyülüyle Lub 28’i zikrettim. Başta görsel ve işitsel sanatlarla uğraşan, farklı kırılganlıklarda ve kimliklerde birçok yaratıcı bünyeyi bir araya getiren, bu kişileri ve üretimlerini gerek teknik anlamda gerek teorik anlamda destekleyecek, büyütecek, kolektif üretime teşne bir alanı karşılamak niyetindeyim. Tabi ki bunu da kolektif olarak yapabileceğimizi düşünüyorum.

 

 

 

 

 

Bir hata oluştu. Lütfen sonra deneyiniz.
E-posta bültenine başarı ile kayıt oldunuz.