Ankara Queer Sanat Programı

"En İyi Ölümlerim": Dante Buu ile söyleşi

20/04/2021

 

"En İyi Ölümlerim": Dante Buu ile söyleşi

Mine Kaplangı, Şubat 2021

 

 

 Dante Buu, BİZİM İÇİN GELECEKLER BENİM GÜZEL KIZIM, 2020 Taranmış fotoğraf, reklam panoları, posterler, kartpostallar, (Dante Buu ve annesinin fotoğrafı, çeken kişi bilinmiyor, yak. 1991)

 

 

Mine Kaplangı: Röportajımıza başlamadan önce evinin bulunduğu Rožaje (Karadağ) şehrinde bir yıl sürecek olan bir Berlin yolculuğuna hazırlanmakta olduğunu belirtmemizde fayda var. Ayrıca, pandemi nedeniyle orada bulanamadığın halde, halihazırda devam eden Ankara Queer Sanat Programı’nın da katılımcılarından birisin. Bugünlerde nasıl hissediyorsun? Yaşadığın şehirde pandemi süreci nasıldı? Ve son olarak, bu süreç pratiğini nasıl etkiledi?

 

Dante Buu: Beni sürekli alçak ve yüksek arasında hareket ettiren duygu dolu hız treni gibi. İlk kısıtlamalar sırasında Zagreb'deydim ve muhtemelen herkes gibi beni de şaşkına çevirdi. WHW Akademija misafir sanatçı programındaydım ve programı yönetenler beni mutsuz ve istenmeyen bir hale getirdiler ve tüm bu karmaşa içinde Zagreb'de korkunç bir deprem oldu. Oradan bir şekilde, Igalo'da 14 gün devlet karantinasında kaldığım Karadağ'a geçtim. Odamda açık denizin en güzel manzarası vardı ancak askerler tarafından korunan, kilitli bir odanın içerisindeydim; sonrasında oradan 14 günlük ek bir izolasyon için Rožaje'ye geçtim. Evimin ön kapısına vardığımda anneme sarılmaktan bu kadar korktuğum o anı hatırlamak beni halen rahatsız ediyor. Zamanla daha iyi hissetmeye başladım, beni ailem iyileştirdi ancak inanıyorum ki her birimizde artık telafi edilemeyecek şekilde kemirilmiş bir parça kalacak. Kısıtlamalar, sokağa çıkma yasağı ve izolasyon dönemi boyunca, Rožaje'deki stüdyomu yenilemeye çalışıyordum ve tam da her şeyin bir araya geldiği anda Berlin’den haber geldi. Berlin'e varış da bir karantina ile başladı. Eskiden, benim pratiğim deneyimlere, insanlarla tanışmaya, anlattıkları hikayelere bağlıydı... ve şimdi ... ben ilk çalışmayı içinde bulunduğumuz durumdan sonra veya daha doğrusu halen içerisindeyken hala yapacağım. “Daha önce nasıldı? ” diye düşünmek, artık yola devam etme zamanının geldiğini bildiğinizde çok sevdiğiniz bir sevgiliye veda etmek gibi.

 

 

Dante Buu, Otoportre / Kış (Beşinci Sezon) 2016, el nakışı kumaş üzerine pamuk iplik, 22.5 x 79.5 cm, çerçevesiz

 

 

 

MK: İlk Zoom sohbetimizde sanatçı olmanın yanı sıra bir hikaye anlatıcısı da olduğundan bahsettin. Temel bir metodoloji olarak hikaye anlatıcılığının senin için önemini ve pratiğinde nasıl vücut bulduğunu bizlere anlatabilir misin?

 

DB: Toplumlarımızda var olan eşitsizliğe oldum olası hayret ediyorum, özellikle kimin önemli olduğu ve kimin olmadığı konusuna. Tabii ki, bu ayrım ayrıcalık, para, güçle bağlantılı… ve her gün bu putlaştırılmış (çoğunlukla erkekler) insanlar ile ilgili kötü şeyler öğreniyoruz, yaşanmış olan ve halen devam eden taciz haberleri gibi... Değer sistemi hileli, yanlış anlaşılmış ve yalana dayalı. Hikaye anlatımı, sanatsal pratiğimin bir parçası olarak, benim için özellikle önemli çünkü bu, başka türlü “Büyük Şeylerin Tanrısı”nın gözünde kabul edilemez olan insanları ve onların hayatlarını açıkça dile getirmenin veya daha doğrusu, görünür kılmanın harika bir yolu. Benim için hikaye anlatıcılığı;  dört soyut el yapımı nakış, yazdığım dört hikaye ve bir performanstan oluşan Beşinci Sezon (Fifth Season) (2014-2018) adlı iş sırasında başladı. Bu dört hikaye benim hayatımdan ve anneannemin, annemin ve üç teyzemin hayatlarından bugüne, geçmişe, anılara, gerçeklere ve kurguya dayanmakta. Ebeveynlerimin evinin oturma odasındaki duvarda asılı duran ve her daim annem, kız kardeşleri ve anneannem arasında gündem oluşturan Dört Mevsim goblenleri ile başladı. Aslında Dört Mevsim, en genç halamın çeyizinin bir parçasıydı ancak İsveç'e göç etmesi nedeniyle onları geride bıraktı, şimdi ise annemin evindeler. Rahmetli büyükannemin bu gerçeği atlatıp atlatamadığından emin değilim. Çeyizin onun gençliğinde çok önemli bir yeri vardı. Evlendiği dönemde, bir gelinin umut sandığını bahçede açması, içindeki tüm el yapımı nesneleri yere dizmesi ve erik ağaçlarına asması gelinin ne kadar becerikli olduğunu tüm köye gösterebilmesine olanak sağlayan bir gelenekti. Beşinci Sezon'un hikayeleri bizi farklı tarihi olaylara, sosyal koşullara ve özel ilişkilere götürüyor. Ve bu yıl, “Beşinci Sezon” kitabı, Archive Books Berlin tarafından yayınlanacak. Derya Yücel, Stanimir Panayotov, Adela Demetja, Georg Schöllhammer ve Rabih Alameddine gibi samimi ve sevgi dolu insanlarla bu konuda işbirliği yaptığım için de kendimi çok şanslı hissediyorum.

 

 

 

Dante Buu, The Winner Takes It All, 2015, Video still from performance documentation at < rotor > Centre for Contemporary Art, Graz

 

 

 

MK: İşlerinin performatif yönü oldukça baskın. Özellikle bu pandeminin bizde bıraktıkları nedeniyle, bir performans işini deneyimleme/gözlemleme ile fiziksel yakınlıklar arasındaki ilişkiyi ve tüm bunların algımızı, özellikle de canlı olarak icra edilen ve deneyimlenebilen performans işleri söz konusu olduğunda, nasıl etkileyeceği hakkında düşünmeden edemiyorum. Senin pratiğinde ne zaman canlı, kamusal performanslar yer edinmeye başladı?

 

DB: Sürekli olarak “bilinme” ve “bilinmeme” arzuları arasında gidip geliyorum. Hatırlayabildiğim kadarıyla, etrafımdakilerin dikkati her zaman bana yönelikti, çoğunlukla tüm yanlış nedenlerden dolayı: Davranış biçimim, giyinme şeklim, cinselliğim vb. Ancak hepimizin bildiği gibi, tüm bu yanlış yönlendirilmiş dikkatin kendisi berbat, ayrımcı ve katı bir sisteme dayanmakta. Bu nedenle, sistemi değiştirmek için (sistemi oluşturan tüm kötü sistemleri de sayarak) ilgi odağı haline gelmek gerekir. Yüksek sesle söylemek. Direnmek. Ebeveynlerimin Portresi / Yaz (A Portrait of My Parents / Summer) (Beşinci Sezon adlı eserimi oluşturan dört parçanın ilki) adlı ilk performansımı 2014 sonbaharında yaptım. Beni bu performansa sürükleyen yaz, hayatımdaki en zor yazlardan biriydi. O yaz, babam bir kiraz ağacından düştü ve omurgasını kırdı. Olan bu korkunç şeyle ilk yüzleşmem, hastane odasında annemin babamın yatağının dibinde oturup ameliyattan sonra uyanmasını beklediğini gördüğüm sırada gerçekleşti. Ötesine geçtiğinizde güçsüz kaldığınız sınırın nerede olduğunu anladığım zamanlardan veya anlardan birisiydi. Sadece durup gözlemleyebildim... bekleyerek. Bu bekleyişi annemle paylaşıyordum, bir mucizenin gelmesini bekleyen uzun ve sonsuz bir bekleyiş. Çeyizin önemli bir kısmı, gelin olacakların erken yaşlardan itibaren yapacakları el yapımı objelerdi; genç kızlar işlerinde gelecekteki yaşamla ilgili umutlarını ve hayallerini süslüyorlardı. Ve ben de bir hastane odasındaydım, ayakta durup beni yaratan iki kişiye bakıyordum, onlara yardım etmek için elimden gelen hiçbir şey yoktu. Onlar bana yansırken, ben de onları yansıtıyordum, bu yüzden bir iğne, siyah ipek bir iplik ve beyaz bir nakış kumaşı (stramin) aldım. Onları nakışla yaratmaya başladım. Buradaki performatif işleyiş, bu uzun süreli bekleyişi vurgulamak için kullanıldı. Bu işi tümüyle bitirmek dört yılımı aldı ve beyaz nakış kumaşını siyah, ipeksi işlemeyle doldurmak için ise iki bin metreden fazla iplik kullandım. Geleneksel çeyiz parçaları küçük varyasyonlarla kopyala-yapıştır motiflerden oluşurken, benim nakışlarım daha çok soyutlama yolunu benimsemekte. Geleneksel olandan hiçbir şekilde zarar görmeden, en bariz biçimde “anneden kıza aktarılan bir beceri” biçiminden kopmaktalar çünkü çeyiz özellikle kadınlara özgü bir alan olarak kabul edilir.

 

 

 

Dante Buu, Evebeynlerimin Portresi / Yaz (Beşinci Sezon), 2014, Gallery JAVA, Sarajevo’da gerçekleşen performansın fotoğraf dokümantasyonu, fotoğraf; Aleksandar Kordić

 

 

 

Dante Buu, All my best Deaths (Story IV), 2019[1]

 

 

 

MK: Zoom buluşmamızdan hemen önce Portland TBA Festivali (PICA) kapsamında gerçekleşen NEXUS 1 adlı performatif sergide yer alan En İyi Ölümlerim (All My Best Deaths) (2019)  adlı performansını izledim.  Bize bu işinden ve NEXUS 1 sergi deneyimlerinden bahsedebilir misin?

 

DB: En İyi Ölümlerim, NEXUS 1'i (katılımcı sanatçıların katkılarının bir bütün oluşturduğu performatif bir sergi) yaratan sevgili arkadaşım küratör Adela Demetja ile birlikte tasarlandı, geliştirildi ve gerçekleştirildi. En başından sonuna kadar aynı kişiyle işbirliği yaptığım ilk proje oldu bu sergi. Şimdiye kadar yaptığım en güzel, sevgi dolu ve profesyonel iş birliklerinden biri. Adela güvendiğim biri ve benim için güven çok önemli. Sanat dünyasında dürüst ve gerçek, gizli gündemleri olmayan ve sadece kişisel kazançlarını ön plana çıkarmayan çok az insanın olması bana oldukça komik geliyor. En İyi Ölümlerim için, her birinin sosyal ölüm olgusuyla uğraştığı, farklı geçmişlere sahip insanlarla karşılaşmalara dayanan yedi hikaye yazdım. Bir video yerleştirmesi ile çerçevelenmiş bir şekilde, beyaz bir kumaş üzerine beyaz ip işlerken bu hikayeleri kendim anlatıyordum. Daha önce sesimi kullandığım performanslarım oldu, örneğin 2015 yılından Kazanan Hepsini Alır (The Winner Takes It All) isimli performans; ancak En İyi Ölümlerim sesimi nakışla eşleştirdiğim ilk işim oldu. Aslında bu Adela'nın fikriydi ki ilk başta çok tereddüt ettiğimi söylemeliyim ancak bu sanat eserini bütünleştiren, benim ve izleyiciler için tamamen yeni bir deneyim yaratan o muhteşem öğütlerden biri oldu. Ve Portland ... Portland kesinlikle harikaydı, gerçekten çok çalıştık, ama aynı zamanda muhteşem yemekler yedik, unutulmaz geceler geçirdik, kısaca hayatın sonuna dek özel ve profesyonel olarak yanınıza aldığınız o güzel dönemlerinden birisiydi.

 

 

 

Dante Buu, Haftasonu Sevgilileri, 2013- , Sahne arkası

 

 

 

MK: Bugünlerde ne ile meşgul oluyorsun? Bu süreçte çok kitap okuduğundan bahsettin ama özellikle şu aralar neler okuyorsun, neler üzerine kafa yoruyorsun ve neler üzerine çalışıyorsun merak ediyorum.

 

DB: Bugünlerde Künstlerhaus Bethanien’da gerçekleşecek olan sergim üzerine çalışıyorum. Bu sergi için Haftasonu Sevgilileri II (Weekend Lovers II) (2013) işinin yanı sıra gösterilecek olan yeni bir performans üzerine kafa yormaktayım. Ayrıca “Beşinci Sezon” başlıklı kitabım, ilk kısa filmimin ön prodüksiyonu ve Ankara Queer Sanat Programı kapsamında üreteceğim eserin kavramsal süreci ile meşgul vaziyetteyim. Oldukça yoğun bir dönem ancak kitaplar için her zaman vakit var. Okumak ve kitaplar benim için her zaman bir kaçış oldu. Bir korunma. Çocukluğumda her daim toplumdan dışlanıyordum, ne yazık ki yaşım ilerledikçe de bu durum pek değişmedi. Dolayısıyla kitaplar ve hikayeler benim için her zaman güvenli sığınaklar oldular. Örneğin yanlış hatırlamıyorsam Dostoyevski’nin tüm yazdıklarını okuduğumda henüz 14 yaşındaydım. Şu anda E. L. James’in “Fifty Shades of Grey”, Wolfgang Herrndorf’un “Arbeit und Struktur” ve Shoshana Zuboff’un “The Age of Surveillance Capitalism” başlıklı kitapları arasında akmaktayım. Aynı zamanda zihnim sanatın benim için ne anlama geldiğiyle, sanat dünyasının yapısının ya da daha doğrusu hiyerarşisinin nasıl yozlaşmış ve kötü niyetli olduğu ile meşgul: neresinde var olabilirim? Uyum sağlamak istiyor muyum ki?

 

 

Bobby & Dante Buu, Berlin, February 2021, photo: Vanja Prokić

                          

 

 

MK: Zoom sohbetlerimizde Bobby’nin sıklıkla adı geçti, bize Bobby’i tanıtmak ister misin? (Röportajın bu kısmı sanatçı Berlin'e taşındıktan sonra gerçekleştirilmiştir.)

 

DB: Bobby bir bebek. Kurtarıcı. Sevgi. Bobby benim tavşanım. Aslanbaş türü. Bobby, dört ay önce hayatıma girdiğinde, tam anlamıyla bir enkazdım. Şu anda Berlin'de saat 04:03 ve Antony and the Johnsons’un “Fistful of Love” şarkısını dinliyorum, Bobby ayaklarımın yanında yatıyor. Tamamen sakin. Belki Bobby uyuyordur. Emin değilim. Hiçbir zaman. Sanırım önemli de değil, onun sakin olduğunu biliyorum ve bu sayede ben de sakinim. Bobby bana ilk geldiğinde “tanrıçanın” var olduğunu fark ettim ve vegan olmaya karar verdim. Daha önce hiç evcil hayvanım olmadığı için, hayvanların sahip olduğu iyileştirici güçler ve içlerinde taşıdıkları masumiyet beni çok şaşırttı. Bobby'yi o kadar çok şımartmıştım ki, geçen gece sevgili arkadaşım ve stüdyomun yaratıcı yönetmeni Roxanne ziyaret geldiğinde, Bobby onu (iki kez) ısırdı ve kıskançlıktan oturduğu kanepeye (üç kez) işedi. Roxanne Bobby'i affetti ve kanepe, herhangi bir anlam taşımayan maddi bir şey (yanlış yönlendirilmiş statü sembolleri hariç) olarak kaldı. Bobby yaşıyor ve kanepe öldü. Umarım, özellikle Covid-19 salgını sonrasında, hayata eşyalara değer verdiğimizden daha fazla değer vermeye başlarız.

 

 

 

 

 

MK: Son zamanlarda yaşadığımız şehirler üzerinden çevremizle kurduğumuz ilişkiler üzerine tekrar düşünmeye başladım. Gündelik ritüellerimiz, gizli mekanlarımız nasıl da değişti, unutuldu ya da korundu? Senin de yaşadığın şehir ile ilgili bizlerle paylaşmak istediğin özel bir yer, bilgi ya da hatıra var mı?

 

DB: Doğduğum şehir ile olan ilişkim, en hafif deyimiyle, oldukça karmaşık. Lambada eteklerini ve Barbie bebeklerini sevdiğim için burada büyümek benim için kolay olmadı. Kasabamdaki çocuklar bana isimler taktılar, hırpaladılar ve gruplarından dışladılar; sadece çocuklar değil, yetişkinler de aynı şeyleri tekrarladı. Çocukluğumdan kalan en zor anım, komşumun beni yedinci ya da altıncı doğum günü için ilk kez bir partiye davet ettiği gündü. Mutluluktan uçuyordum. Birden partinin ortasında annesi gelip beni evlerinin önüne çıkardı ve bana “bu kadar yüksek sesle gülmeyi kesmezsen seni dışarı atarım, evin erkeğini rahatsız ediyorsun” dedi. Ailesi, diğer birçok ebeveyn gibi, çocuklarının benimle arkadaş olmalarını yasakladı, çünkü ben “kız” gibiydim. Yani, bu açıdan yalnızdım ve benim güzel ebeveynlerim beni mutlu etmek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Hayatımın, annemle babamın bana bu kadar sevgi dolu bir ortam kurdukları için kurtulduğuna eminim. Annemin kucağına uzanıp, ağladığımda, isyan ettiğimde, hayatıma son vermek istediğimde kırılan kalbimi iyileştirecek tüm sevgiyi alnıma dokunan avucunda hissedebiliyordum. Ben de son vermedim. Bugün bile, şimdi bir yetişkin olarak, memleketimdeki, ülkemdeki ve bölgemdeki durum benim için pek değişmedi, ama evim her zaman benim evim. Karşılıksız olarak sevildiğimi ve kabul edildiğimi hissettiğim tek yer.

 

-----

 

Dante Buu (Rožaje, Karadağ) sanatçı ve hikaye anlatıcısıdır.

Başkalarının yaşamlarıyla iç içe olan otobiyografik çalışması, bizleri sevgi ve direniş yolculuklarına davet eder. Nakış ve metin üretiminin yanı sıra video, fotoğraf ve performansa uzanan pratiği ile Dante’nin dünyası normatif olmayanların sesi. Dante, Balkanlar'da eşcinsel olarak açılan tek Müslüman kökenli sanatçı olarak, formun acı çekişinden kurtulmuş ve bu sayede gelecek nesillerin önünü açarak onlara yol gösterici olmuştur.

 

 



[1] “Babam asla benimle içki içmek istemezdi; bunun nedeninin kendisinin benim tarafımdan ne kadar incindiğini söylemeye izin vermediği olduğunu biliyorum. Bunun yerine, canlı bir grubun eski İskoç halk şarkıları çaldığı bir bara giderdi tek başına. Sadece oturur ve müziğe ağlardı. Bu gece gibi, ama artık ölmüş olduğum için, sadece hayatta olmamı istiyor.” Dante Buu, En İyi Ölümlerim, 2019

 

Bir hata oluştu. Lütfen sonra deneyiniz.
E-posta bültenine başarı ile kayıt oldunuz.